Selçuk Atalay ile söyleşi


Ankara Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Selçuk Atalay ile kamu özel ortaklığının yarattığı pratik sorunları konuştuk.

Okuyucularımızı bilgilendirmek açısından kamu-özel ortaklığı hakkında genel bir bilgi vermekle başlayalım isterseniz.
Kamu özel ortaklığı aslında özelleştirmenin bir biçimi. Türkiye’de daha önce uygulanmamış bir yöntem. Aynı zamanda, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yeni bir aşaması. Sağlık Bakanlığı pek çok konuda olduğu gibi, bu açıdan da bir ilk gerçekleştiriyor. Yasası meclisten geçerse, Sağlık Bakanlığı tamamen kamu özel ortaklığı ile yürüyecek bir merciye dönüşmüş olacak.    
Sizce AKP bu modele neden bu kadar önem veriyor?
Kamu özel ortaklığının kamusal anlamda bir yararı yok. Ancak hükümete kısa dönemde siyasal olarak fayda sağlayabilecek bir politika. Köprü ve otoyollarda yaptıkları gibi hastanelerin işletmesini de 25 yıllığına devrediyorlar, ama 25 yıl sonra AKP diye bir şey olmayacak. Kısa vadede gelir sağlayacak, hükümetin popüleritesini artıracak. Biliyorsunuz, AKP sağlık üzerinden oy toparlamaya alışmış bir hükümet, bunu canlı tutmaya çalışıyor. İşin daha önemli bir boyutu, yerli ve yabancı sermayenin hükümetle olan anlaşmaları. Sermayenin sağlık sektörüne her gün biraz daha girdiğini Türkiye’deki herkes biliyor. Kamu özel ortaklığı aslında, sermayenin, geleneksel olarak kamunun verdiği sağlık hizmetlerine de girişinin bayraklaştığı bir model. Şimdiye kadar Sağlık Bakanlığı, hastaların özel sektöre gidişinin önünü açarak, SGK ödemeleri yoluyla kamu kaynaklarını özel sağlık kuruluşlarına kaydırarak, doğrudan ve dolaylı yollarla sağlıkta özelleştirmeyi sağlamıştı. Yine de sağlık hizmetlerinin önemli bir bölümü kamunun elinde kaldı. İşte bu kısmın özelleştirilmesi kamu özel ortaklığı ile gerçekleştirilecek. Böylece sermayeye bir kez daha çok ciddi kaynak aktarılmış olacak, zira hükümetin büyük sermayenin beklentisini de karşılaması lâzım. Bir başka konu, sağlığın yönetiminin de özele devredilmesi. Metalaşmış bir hizmetin yönetiminin kamuda kalması bir garabet olarak gözüküyor. O da nihai olarak sermayeye geçiyor bu modelde.  
Türkiye’de sağlıkta kamu-özel ortaklığı uygulamaları şu an ne aşamada?
Bir çok ilde ihaleler yapıldı, onlar devam ediyor. Bunlardan üç tanesi, biri Elazığ’da, ikisi Ankara’da olmak üzere, Türk Tabipleri Birliği’nin açtığı davalarla yürütmeyi durdurma aldı. Beklenir ki, bunlar için yeniden ihaleler açılsın, ama açılmadı. Onun yerine Başbakan, “bürokratik oligarşi önümüzde bir engeldir” diye bir açıklama yaptı. Sağlık Bakanlığı, istese ihaleyi derhal yeniden açabilir. Ama bizim edindiğimiz bilgi şöyle: İhaleye girmeye niyetli firmalar; bir, kredi bulamıyorlar, çok büyük meblağlar gerekiyor çünkü. İkincisi de bu işin rantabıl olduğunu görmediler. Bu süreçte Sağlık Bakanı’nın ağzıdan şöyle bir söz çıktı: “Biz kamu-özel ortaklığı ile kurulacak kampüslere %70 doluluk oranı vaat ediyoruz.” Bir başka deyişle, “Türkiye’yi %70 oranında hastalandıracağız” demiş oldu. Böyle bir taahhüdü vermek zorunda kaldı. Ama o da çare olmadı anlaşılan. Şu sıralar Bakanlık, bina inşaatlarına ve yan hizmetlere ek olarak asıl hizmetlerin, yani sağlık hizmetlerinin taşeronlaştırılmasına olanak veren bir düzenlemeyi getirmenin derdinde. Böylece, yerli-yabacı sermaye ortaklıklarına ışık yakıyorlar. Bugüne kadar bazı özelleştirmelerin Anayasa Mahkemesi’nden dönme gerekçesi “asıl hizmetler” noktasıdır. Şimdi yeni anayasada istedikleri değişiklikleri yapıp asıl hizmetleri devretmenin peşindeler. Sermayeye bunun güvencesini şimdiden veriyorlar.      
Dilerseniz biraz da Etlik Araştırma ve İhtisas Hastanesi’nden bahsedelim. Sağlık Bakanlığı bu hastaneyi neden kapatmak istedi?
Sağlık Bakanlığı bir proje çizdirdi ve bu projeyi yaptırmak üzere şartnameyi hazırlayıp ihaleye çıktı. Mevcut Etlik ihtisas Hastanesi projenin yapılacağı arazide arada bir yerde kalıyordu, dolayısıyla onu yıkmaya karar verdiler. Aslında burası, 1997’de kurulmuş ve SSK tarafından teslim alınmış çok genç bir hastanedir. Kalp damar cerrahisi, transplantasyon, by-pass gibi pek çok karmaşık tıbbi uygulamanın yapılacağı bir öerkez olarak tasarlanmıştır. O dönemde SSK’ya ait olan büyük bir arazi üzerinde oturmaktadır. Biliyorsunuz, AKP döneminde SSK’nın tüm mülkiyeti Sağlık Bakanlığı’na geçirilmiştir. İşte bu genç hastane bu projeye kurban edilmiş oldu. İhaleyi alan şirketlere hastanenin Ağustos 2012’ye kadar yıkılacağı ve kendilerine boş arazinin teslim edileceği taahhüt edildi. O sıralarda, TTB’nin açtığı dava “yürütmeyi durdurma” aldı ve hastane yıkılamadı. Şimdi gidip bakarsanız, hastanenin civarında başıboş köpeklerin dolaştığını, akşamları arabalarla gelinip biraların içildiğini görürsünüz. Önceden binlerce polikliniğin, binlerce ameliyatın yapıldığı bir hastane şimdi o halde. Sonuçta, Etlik İhtisas’a göre çok daha küçük olan bir hastane kiralandı; Özel Ulus Hastanesi. Bakanlık, hâlâ sahibine 250.000 lira aylık kira veriyor. Bir hastane boş duruyor, Bakanlık özelden kiraladığı başka bir hastaneye bunca para veriyor. Böyle bir Sağlık Bakanlığı’mız var! Facia!
Ankara Tabip Odası’nın Etlik İhtisas Hastanesi’yle ilgili eylemleri olmuştu. Biraz o süreçten bahsedebilir miyiz? Bu hastanenin önemi nedir?
Birincisi, orası işçilerin ortak malıdır, bütün işçilerin orada payı var. Onların primleri ile alınmış bir arazi orası. Onların primleri ile yapılmış bir hastane orası. Sağlık Bakanlığı oraya el koydu. Şu anda da sermayeye peşkeş çekiyor. Yani, orada böylesi bir tarihsel hassasiyet var. İkincisi, çalışan bir hastanenin yok edilmesi çok çarpıcı, çok acı. Hastanede verilen hizmetin büyüklüğü bu fotoğrafı daha da acı hale getiriyor. Yerleşim yerlerinin merkezinde olduğu için, oradan hizmet alan nüfus çok fazlaydı. Şentepe’ye, Batıkent’e kadar büyükçe bir bölgeye hizmet veriyordu. Şimdi bu da ortadan kalkmış oldu ve hizmet açığı ortaya çıkmaya başladı. Üçüncüsü, özelleştirmenin en radikal adımlarından biri olan bu kamu-özel ortaklığının gerçekleşeceği yer olması itibariyle simgesel bir önemi var. Çok büyük bir kamu arazisi “sağlık alışveriş merkezine” çevrilecek. Bu merhalenin ilk yaşanacağı yerdir Etlik İhtisas.
Hastane çalışanları ve hastaneden hizmet alan halk bu durumdan nasıl etkilendi?
Afaki konuşmaya gerek yok; somut belgeler var. Hastalardan odamıza gönderilen mektuplar... Birinde şöyle yazılmış: “Ben şu kadar senedir hemodiyalize giriyorum, hastane ortadan kalktığı için mağdur edildim. Ben tedavim için nereye gideceğim? Tabip odasının bu konuda bana yardımcı olmasını istiyorum.” Bir başkasında, “Ben bu hastanede ameliyat oldum. Bize gösterilen yeni hastaneye gitmek için iki vasıta değiştirmek zorundayım. Mağdurum.” diye yazılmış. Bakın, ne kadar pratik sorunlar. Kimisi için bir hastaneye gitmek için iki minibüs değiştirmek ciddi bir engeldir. Bu, aslında, sağlığa ulaşılabilirliğin katsayısının düşmesidir. Bu örnekler halk açısından durumun vehametini anlatıyor. Diğer yandan, hekimler zaten çok büyük bir mağduriyet yaşadılar. Hem ücretler bakımından, hem klinikleri değişti. Cerrahların ameliyat sayıları düştü. Asistanlar eğitim almak üzere kazandıkları kurumdan çıkıp başka bir hastaneye gitmek zorunda kaldılar. Çok ciddi hak kayıplarının yaşandığı bir süreç oldu, her bakımdan, herkes açısından.          
Kamu-özel ortaklığı politikası hakkında ATO’nun görüşü nedir? Hekim örgütü sürecin neresinde yer alıyor?
Hekimler özelleştirmenin kendilerine ne getireceğini, nasıl olumsuz sonuçlar doğuracağını iyi biliyorlar. Fakat şunu görmek lazım; Türkiye’de özelleştirme politikaları, fikren, şu son aşama da dahil olmak üzere kazanmış durumda. Dolayısıyla bu zorlu bir mücadele alanı. Siz, “kamu-özel ortaklığı bir özelleştirmedir” dediğinizde, vatandaşın zihninde “daha iyi hizmet mi alacağız acaba?” diye bir fikir uyanabiliyor bugün. Çalışanların aksine kamuoyu olayın gerçek yüzünü zamanla anlıyor. Bir hastane yöneticisinin sözünü paylaşmak isterim: “Son on yıl içinde vatandaşın beklentileri o derece artırıldı ki, bu beklentilerle gerçek arasındaki açı yıllar içinde büyüdü. Şu anda ise bu beklentilerin hiç bir şekilde karşılanamayacağı bir noktaya geldik. Vatandaşın algısında ‘iyi’ yanılsamasını oluşturabilecek uygulamaların sınırına ulaşıldı.” Burası bir plato, buradan yukarı çıkmanın imkânı yok çünkü sürdürülebilir değil. SGK her geçen gün vatandaşın cebine elini daha çok uzatıyor. Her geçen gün hekimlerin, sağlık çalışanlarının tükenmişliği artıyor. Her geçen gün çalışanların ücretleri ve özlük hakları biraz daha kısıtlanıyor. Bir tahtaravalli düşünün; yukarı tarafında hükümet, aşağıda tarafında ise ezilen sağlık çalışanları var. Artık bu tahtaravalli işlemiyor. Tükenmiş olan sağlık çalışanlarında, her gün cebine el uzatılan yurttaşlarda bir “iyilik” algısı oluşturma şansı bitti. Bundan sonra, hızı değişebilir ama mutlak suretle, sağlıkta olup bitenlerin başka türlü algılanacağı bir süreç bizi bekliyor. Sağlık alanındaki politikaları AKP’nin yükselişine nasıl hizmet ettiyse, gidişinde de o ölçüde etkili olacak gibi görünüyor.              
Bundan sonra ne olacak? Süreç durdu mu?
Bakanlık, süreci ilerletmek için firmaların yeniden bu alana girme koşullarını yakalamasını bekliyor. Ama sermaye tereddütlü. Asıl mevzu, Türkiye’nin gerçekten yoksul bir ülke olmasıdır. Burada, sağlık dahil, alışveriş yapabilecek nüfus kesimi çok sınırlı. Düşünün; dünyanın AVM’si açılıyor ama, 4,5 milyonluk kentte yalnızca 500.000 kişi bunları doldurup boşaltıyor. 4 milyon kişi evinde. Böyle bir gerçeği var Ankara’nın. 4 milyon yoksulla 3.000 yataklı merkezler dönmez. 3 lira, 5 lira katkı payını veremeyen bu halk sağlık AVM’lerini doyuramaz. Sermaye, bunu Bakanlık’tan önce görür. Onun için bu işe girmiyorlar; Türkiye’de onları doyuracak bir ekonomik yapının olmadığını biliyorlar. Özelleştirmenin tıkandığı yer, enteresan biçimde, aslında bu ülkedeki yoksulluk olmuş oluyor.
Teşekkürler... 

Söyleşi: Volkan Kavas

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder