Dünya çapında yaşanan gençlik hareketlenmeleri aslında gençliğin sınıf mücadelesinden bağımsız bir toplumsal kategori olarak düşünülüp düşünülemeyeceği sorusunu gündeme getirdi. Bu sorunun cevabı neoliberalizmin gençlerin bugününde ve geleceğinde yarattığı çok yönlü yıkımla yakından ilgili.
2000’lerin son yılları, özellikle de 2008 krizi sonrası, gençlik
mücadelesinin dünya ölçeğinde etkili bir şekilde görünür hale geldiği bir dönem
olarak tarihe geçti. Dünya çapında değişik kıtalarda gençlerin farklı araçlar
ve farklı görünümlerle de olsa neoliberal dönüşüme karşı seslerini yükseltmeye
başladığı görüldü. Krizin hemen sonrasında Yunanistan’da gençlik topyekün olarak
kapitalist yeniden yapılanma ve neoliberal programlara olan tepkisini etkin bir
şekilde göstermeye başladı. Her ne kadar farklı bir durakta son bulduysa da,
Tunus, Mısır, Cezayir ve Libya gibi Arap ülkelerinde gençlik hareketlenmesi
ekonomik kötüleşme, işsizlik ve eğitimli işsizliliği, aşırı yoksulluk gibi
sorunlara duyulan tepkilerle başlamıştı. 2011’den itibaren Avrupa kıtasında,
özellikle de İspanya, Portekiz ve İtalya’da ağırlıklı bir şekilde yaşanan
“indignado” (“öfkeli”) gençlik hareketleri genelde işsizliğe ve eğitimin paralı
hale gelmesine, özelde de “bizler siyasetçilerin ve bankacıların metaları
değiliz!” ve “bizi temsil etmiyorlar!” gibi sloganlarla hükümetlerin kemer
sıkma politikalarına bir tepki olarak büyüdü. Bunun yanında 2011 yılında, “biz
%99’uz” sloganı eşliğinde, Amerika Birleşik Devletleri’nde ekonomik
eşitsizlikler ve finans sektörünün bu eşitsizlikleri arttırmadaki rolünü
protesto eden “Occupy Wall Street” hareketi dünyaya yayıldı. Çoğu zaman bu
gençlik hareketlerine daha geniş toplumsal zeminlerde protestolar, mitingler ve
grevler eşlik etti. Motifleri ve sonuçları sonradan çeşitlenmiş olsa da dünya
çapında gençlik, başta işsizlik olmak üzere, gençleri daha da yoksullaştıran,
geleceksizleştiren ve umutsuzlaştıran bir dizi hükümet politikasına karşı
sesini sokaklarda duyurmaya başladı. Aynı yıllarda Türkiye’de, her ne kadar
birçoğumuzu değişik saiklerle heyecanlandırdıysa da, krizin “teğet geçmesi” ile
mi ilgilidir bilinmez, diğer coğrafyadakilere benzer bir gençlik
hareketlenmesi yakın zamana kadar
yaşanmadı.
Gençlik, sınıf ve mücadele eksenleri
Özü itibariyle kapitalizm ve neoliberalizmin gençlik üzerinde yarattığı olumsuz
etkilere duyulan tepkilerin yansıması olarak görülebilecek dünya çapındaki bu
hareketlenmeler, bu hareketlenmelerin ulaştığı birbirinden farklı sonuçlar ve
bu konuda oluşmaya başlayan literatür, doğal olarak gençliğin devrimci potansiyeli
bağlamında önemli bir konuyu akıllara getirdi: Bir yanıyla, gençlik ve daha dar
anlamıyla öğrenci hareketlerinin sınıf mücadelesiyle bütünleşme potansiyeli;
diğer yanıyla, sınıf mücadelelerinin bu yükselen gençlik hareketlerini algılama
ve içerebilme potansiyeli. Bir başka deyişle, dünya çapında yaşanan bu gençlik
hareketlenmeleri aslında gençliğin sınıf mücadelesinden bağımsız bir toplumsal
kategori olarak düşünülüp düşünülemeyeceği sorusunu gündeme getirdi. Bu sorunun
cevabı neoliberalizmin gençlerin bugününde ve geleceğinde yarattığı çok yönlü yıkımla
yakından ilgili.
Gençlik ve neoliberal tahribat
Son yıllarda neoliberalizmin uluslararası aktörleri tarafından
yapılandırılan söylemlere bakıldığında gençliğin “içerilmesi” ve
“güçlendirilmesi” kavramları etrafında şekillenen tartışmalar ve politika
önerileri, bir taraftan gençlerin piyasa koşullarına ve taleplerine
hazırlanması gerekliliği, diğer taraftan ise dışlanma ve yoksullaşmadan
kurtulma sorumluluğunu gençlerin kendilerine yükleyen bir yaklaşımın ürünü
olarak şekilleniyor. Böyle bir paradigma değişikliği, elbette ki
neoliberalizmin gençlerin bugününe ve geleceğine yaptığı tahribatın da üzerini
örtmeye çalışıyor. Peki günümüzde neoliberalizm gençler üzerinde ne gibi
tahribatlar yapıyor?
Küresel kapitalizm ve neoliberalizm gençler üzerindeki en önemli
zararlardan bir tanesini eğitim alanında veriyor. Uzun uzun anlatmaya gerek yok;
kısaca eğitimin piyasalaşması diyebileceğimiz ve Türkiye’de de son dönemde
4+4+4, Bologna süreci ve yeni YÖK yasa tasarısı ile örneklendirebileceğimiz
süreç gençlerin değişik seviyelerde aldığı/alacağı eğitimin niteliğinden
bilimsel özgürlüklerin yok edilmesine kadar uzanan bir yelpazede gençliğe ve
gençliğin geleceğine bir saldırı niteliğinde.
Emek piyasalarında da durum eğitim alanından farklı değil. Eğitim ve
çalışma arasındaki ilişkinin sadece piyasanın talepleri çerçevesinde
şekillenmeye başlaması ve aktif işgücü piyasası yaklaşımı ile iş bul(ama)ma
sorumluluğunun gençlerin kendi omuzlarına yüklenmesi, emek piyasalarının
esnekleşmesi, güvencesizleşmesi, sendikasızlaşma gibi olgularla birleştiğinde
gençler üzerinde “geleceksizleşme” olarak adlandırılan ciddi bir travma
yaratıyor. Sonuçları itibariyle, Türkiye’de de ciddi boyutlarda yaşandığı üzere,
diplomanın varlığından bağımsız yaşanan işsizlik, düşük ücretlerle, güvencesiz
ve kayıtdışı çalışma, ağır çalışma koşulları vs. gençliğe işçi sınıfının
organik bir parçası haline gelmek dışında bir seçenek bırakmıyor.
Bunlara ek olarak neoliberalizm gençlerin hayatlarına sosyal güvencesizlik,
yoksullaşma, sosyal dışlanma, örgütsüzleşme, bağımlılaşma olarak da yansıyor. Bugün
Türkiye’de engelli, kadın ve milyonlarla sayılabilecek genç insan, eğitim ve çalışma
yaşamının dışına itilmiş, “atıl” bir durumda, sağlık ve sosyal güvenlik sisteminin
dışında, yaşamını ailesine veya yardım kurumlarına bağımlı olarak sürdürüyor. Dahası
neoliberalizmin ikiz kardeşi muhafazakarlaşma bütün toplumu ama özellikle de
genç kadınları yakından etkiliyor. Bekar olmanın suç, aile kurmanın ve üç çocuk
sahibi olmanın ise en ulvi değer olarak sunulduğu bir Türkiye’de genç
kadınların okula gönderilmemesi, çocuk sayılacak yaşlarda evlendirilmesi, töre
cinayetlerine kurban gitmesi, aile içi şiddete maruz kalması maalesef artık her
gün yaşanan, “sıradan” olaylar haline geldi.
Gençlik mücadelesi
Neoliberalizmin gençlerin bugününde ve geleceğinde yarattığı tahribatlardan
her biri bugün aslında gençler için en önemli mücadele alanlarını da
belirliyor. Türkiye’ye baktığımızda ise gençliğin mücadele etmesi gereken
alanın piyasalaşma ve gericileşme ile sınırlı kalmadığını, bir taraftan da
mücadele eden gençliği bastırmaya ve korkutmaya yönelik türlü saldırının
kendisinin de önemli bir mücadele gündemi haline geldiğini görüyoruz. Yani
görülüyor ki, her ne kadar belli bir yaş aralığındaki insanları kapsayan ayrı
bir toplumsal kategori olarak sunulmaya çalışılsa da, aslında günümüzde gençlik,
neoliberalizm ve muhafazakarlık tehdidi karşısında genç-yaşlı bütün emekçilerin
yaşadığı tahribattan, dolayısıyla da sınıf mücadelesinin gereklerinden, azade
değil.
Dolayısıyla, gençlik “halleri” her ne kadar kendi özgüllüğünü taşıyor olsa
da, gençlik mücadelesinin eksenleri bütüncül bir emek mücadelesi çerçevesinde düşünülmeli.
Böyle bir mücadele içerisinde gençliğin ilericilik, sorgulayıcılık, cesaret ve
atiklik gibi özellikleri gençliğe zaten mücadele içerisinde vazgeçilemez bir
yer tanımlıyor. Bunun en son ve umut verici kanıtını 18 Aralık 2012’de ODTÜ’de
ve sonrasında tüm ülkede yaşananlar gösterdi. Bu durumda yapılması gereken ise
gençliğin eşitsizliklere ve yıkıma karşı harekete geçmesini sağlamak ve bu
bütüncül mücadelede gençliği desteklemek ve içermek olmalıdır.
Asuman Göksel
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder