Kuzey Kıbrıs’ta “Yeni Statüko”ya Doğru

Kuzey Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’in “Rivierası” yapma hedefini dillendiren AKP yetkilileri yardım ve kredilerin bileşenini değiştirerek ve de özelleştirme politikalarını gündeme getirerek yandaş sermayeye alan açmayı hedefliyor.



Kıbrıs’ta yaşayan iki toplumu federal bir devlet altında birleştirmeyi öngören Annan Planı’nın referanduma sunulmasının ardından sekiz yıl geçti. Kuzey Kıbrıs’ta Annan Planı’nın onaylanması aynı zamanda 1974’ten bu yana gerek Türkiye gerekse Kuzey Kıbrıs merkez sağı tarafından inşa edilen statükoya karşı yükselen seslerin somut zaferi anlamına geliyordu. Türkiye’nin AB üyeliğini de hızlandırabilecek önemli bir koşul olarak tanımlanan bu süreç Türkiye’deki sermaye kesimleri ve de Kuzey Kıbrıs’taki muhalif partiler tarafından desteklenmiş, AKP’nin ulusal dava olarak tanımlanan Kıbrıs politikasında değişikliğe gideceği beklentisini artırmıştı. Nitekim, AKP de iktidara geldiğinde adadaki statükoyu değiştireceğini ilan etmiş, özellikle Rauf Denktaş’ın özelinde tanımlanan siyasete karşı net bir tavır almıştı.

Sekiz yılın ardından AKP ile birlikte Kuzey Kıbrıs’ta neyin farklılaştığına dair yanıt aramaya çalışırken yeni bir statükonun inşasının gündemde olup olmadığı sorusu ile karşılaşıyoruz. AKP’nin dış politikasında Kıbrıs’ın yerinin anlaşılması için AKP’nin Kuzey Kıbrıs’ın iç dinamiklerini yönetme biçimine, söz konusu dinamiklerin AKP hükümeti ile kurduğu ilişkiye ve genel olarak AKP’nin Kuzey Kıbrıs’ın sosyo-ekonomik yaşamına yönelik müdahale alanlarına odaklanılması gerekiyor. AKP dönemi ile birlikte geçmişten belirli yönlerden pek de farklı olmayan, ancak yine de farklılaşan “yeni bir statüko”nun inşa edilmesi çabalarına tanıklık ediyoruz.

AKP’nin Statükosu: Neoliberalizm
AKP’nin Kuzey Kıbrıs’ın iç dinamikleri ile kurduğu ilişkiye bakarken Annan Planı sonrasında ortaya çıkan ekonomik koşulları da dikkate almak gerekiyor. AB’nin Kuzey Kıbrıs’ta AB müktesebatının uygulanması karşılığında taahhüt ettiği yardımların dağıtımı noktasında ağır hareket edilmesi, Kuzey Kıbrıs’ın iktisadi olanaklarının genişletilememesi anlamına gelirken, söz konusu gelişmelerin en temel siyasi sonucu Kuzey Kıbrıs vatandaşlarının AB’ye yönelik beklenti ve inançlarının zayıflaması olarak karşımıza çıkıyor. Bunun ötesinde dünya ekonomisindeki kriz adanın her iki kesiminde durgunluğa yol açarken kamu borçlarının yükünün kemer sıkma politikaları ile aşılmaya çalışılması toplumsal kesimler arasındaki gerilimi artırıyor.

Kuzey Kıbrıs özelinde ise Türkiye yardımlarına bağımlı yapının dönüştürülmesi noktasında AKP’nin kemer sıkma politikalarının ötesine geçemediği, bununla birlikte söz konusu bağımlı yapıyı kendi siyaseti doğrultusunda yeniden tanımladığı görülüyor. AKP, bütçe harcamalarının yüzde 40’lık kısmının personel giderlerine aktarıldığı ve Türkiye yardımları ile finanse edildiği yapının sürdürülemez olduğunu kendine özgü tarzı ile ilan ederken neoliberal politikaları merkezine alıyor.
Bu dönemde, Kuzey Kıbrıs neoliberal politikalarla tanışıyor. Kemer sıkma ve özelleştirme politikalarına karşı alanlara çıkan Kuzey Kıbrıslıların Türkiye aleyhinde açtığı pankartlar karşısında Başbakan Erdoğan’ın “bizden beslenenlerin bunu yapması manidar” şeklindeki ifadeleri kullanması ise Ankara ile Lefkoşa arasında gerilimi tırmandırmıştır. Erdoğan özelinde ortaya konan “besleme” söylemi, AKP’nin Kuzey Kıbrıs’taki toplumsal muhalefet ile bağlarını koparmasını yol açmıştır. Bir yandan da Kuzey Kıbrıslıların yüksek ücretler alması argümanıyla Türkiye kamuoyunun kemer sıkma politikalarının gerekliliğine ikna edebileceği ve UBP hükümetinin baskı altına alınabileceği bir hareket alanı yaratmıştır.

Yeni statükonun taşıyıcısı: TC Yardım Heyeti
Söz konusu protestolara rağmen 6 Nisan 2011 tarihinde Kuzey Kıbrıs Resmi Gazetesi’nde onaylanan “Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasa Tasarısı” ile neoliberal politikaların uygulanmasında önemli bir aşama katedilirken, AKP hükümeti bundan sonraki sürece teknokrat kökenli bir büyükelçi ile devam etme kararı alıyor. Sekiz yılı aşkın bır süredir Türkiye yardımlarının koordinasyonu görevini üstlenen Yardım Heyeti Teknik Başkanı Halil İbrahim Akça Kuzey Kıbrıs’ın ilk teknokrat büyükelçisi ünvanını alıyor.

Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ın IMF’si olduğunu ifade eden Akça, kamu harcamalarının kısıtlanması (reel ücretlerin düşürülmesi, emeklilik maaşlarının düşürülmesi, yerel yönetimlerin harcamalarının denetlenmesi vb. yoluyla), özelleştirme politikalarının yaşama geçirilmesi gerekliliğini, Kuzey Kıbrıs kamuoyuna ekonomi yönetimi hakkında verdiği demeçlerle her fırsatta hatırlatmayı ihmal etmiyor. Kısacası Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs yönetimine müdahalesi daha açık bir şekilde, muhalefete rağmen, kamuoyuna taşınmış oluyor. Diğer yandan yardım ve kredilerinin dağıtımı noktasında Türkiye Büyükelçiliği/Yardım Heyeti her zaman olduğundan daha fazla inisiyatif sahibi oluyor.
Kuzey Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’in Rivierasıyapma hedefini dillendiren AKP yetkilileri yardım ve kredilerin bileşenini değiştirerek ve de özelleştirme politikalarını gündeme getirerek yandaş sermayeye alan açmayı hedefliyor. Turizm, eğitim ve inşaat sektörü AKP’nin yeni yatırım ve müdahale alanları olarak seçilirken, Kuzey Kıbrıs’ta iletişim ve enerji alanında yapılacak olan altyapı yatırımları bölgesel politikalar dikkate alınarak şekillendiriliyor.

Kuzey Kıbrıs’ta kamu harcamalarının Türkiye’ye bağımlı bir şekilde karşılanması 1974’ten bu yana yürütülen politikaların bir sonucu olurken, siyasi iktidarların bu yapıyı kendi lehlerine kullandığı ve de toplumsal sınıfları yönetme noktasında rantçı politikalara başvurduğu görülüyor. Rantiyer devlet olgusu ve de yozlaşmışlık statükonun yeniden tanımlanma gerekliliğinin önünü açan koşulları da beraberinde getiriyor. Yeni siyasi özne ve kimlik arayışları gündeme gelirken, Kıbrıslı Türklerin iradesinden öte, AKP ile uyum ve çatışma bu noktada belirleyici bir unsur olmaya devam ediyor.

Yeni statükonun “ekonomik programı” netlik kazanırken, söz konusu politikaların nasıl bir siyasi irade ile sürdürüleceği noktası belirsizlikler içeriyor. Kuzey Kıbrıs’ta Rauf Denktaş tarafından kurulan UBP’nin bu dönemde bölünmesinin gündeme gelmesini de bu başlıkla birlikte ele almak gerekiyor. UBP içinde yaşanan tartışmaları, basit bir liderlik yarışının ötesinde merkez sağın yeni süreçle uyum ve çatışma yaşayan kesimleri arasındaki gerilimin bir parçası olarak okumak gerekiyor. Ancak bu yazının sınırları bunu daha ayrıntılı tartışmaya olanak vermiyor.

Türkiye’den İthal Muhafazakarlık
AKP’nin adadaki toplumsal dokuya yönelik bir diğer müdahalesi din olgusunun ihraç edilmesi ile gerçekleşiyor. “Vatan-bayrak” siyasetinin yerini “din” alıyor. Kuzey Kıbrıs nüfusunun yarısının “Türkiye” kökenli vatandaşlardan oluşması AKP’nin toplumsal dokuya yönelik müdahalesini, Kıbrıslı Türklerin iradesine karşı hareket alanı yaratmasını kolaylaştırıyor. Yardım ve hibelerin dağıtımı noktasında cami inşaatlarına önem verilmesi, külliye inşaatına izin verilmesi, İlahiyat Fakültesi’nin kurulması, muhafazakar kesimin tatil yapabileceği hotellerin açılmasının gündeme gelmesi gibi örnekler AKP’nin “din” olgusunu adaya ihraç etme şekilleri olarak sıralanabilir. Adada tarihsel olarak milliyetçiliğin köklü bir geçmişe sahip olduğu düşünüldüğünde dinin Kuzey Kıbrıs için yeni bir olgu olduğunu ileri sürmek mümkün. Dinin ne denli içselleştirildiği, toplumsal sınıflara yansımalarının ne olduğun ise zaman içinde daha net bir şekilde ortaya çıkacak. Ancak bu aşamada söz konusu politikaların Kuzey Kıbrıs içinde ikililik/çatışma yaratması, farklılıkların derinleştirilmesi anlamına geldiği görülüyor. Adadaki yeni statüko arayışlarında Kıbrıslı Türklerin iradesi dışlanırken, AB’de yaşanan durgunluk AKP’nin Kıbrıs’ın iç dinamiklerini yönetme noktasında daha avantajlı konumda olmasını beraberinde getiriyor.

Emine Tahsin

(*)TC Yardım Heyeti’nde; Hazine Müsteşarlığı, Maliye Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Merkez Bankası, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'ndan üyeler bulunmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder