Kuzey Kıbrıs’ta Ne Oldu? Ne Oluyor?



Gerek coğrafi olarak yakınlığı gerekse Türkiye siyasetinin her zaman gündeminde olmasından dolayı, Kıbrıs üzerine bir yazıyı kaleme almak ilk etapta çok zor bir iş gibi görünmüyor. Herkes Kıbrıs’ta neler olup bittiğini üç aşağa beş yukarı tahmin ediyordur diye düşünüyor insan buralardan bakınca. Nasılsa, bazen TC’nin sırtındaki bir kambur, bazen ulusal davanın bir parçası, bazense devletin uluslararası arenada kullanığı bir koz olarak her zaman gündeme gelmiştir Kıbrıs’ın kuzeyi. Nam-ı diğer KKTC.

Ancak varolduğunu sandığımız ile gerçekte varolan arasındaki o muazzam fark, konu Kıbrıs olunca çok daha berrak bir şekilde önümüze seriliyor. Kıbrıs, tıpkı o türküdeki gibi “orda bir köy var uzakta” misali hemen hemen herkes tarafından sahiplenilir, ama gerçekte oralarda ne olup bittiğiyle pek ilgilenilmez. Hani sıradan bir vatandaşın konu ile ilgili çok az bilgisi olması bir bakıma anlaşılırdır. Fakat, siyasi ve toplumsal olaylarla yakından ilgilenen kesimler arasında bile Kıbrıs’ın kuzeyinde ne olup bittiğine dair yeteri kadar bilgisi olan kişi sayısı çok azdır. Olanlar da ya özel ilgilerinden ya da bir şekilde daha önceden kurulmuş bağlarından ötürü Kıbrıs’ın gerçekliğinden haberdardır.

Bu yazıda hem bu bilgi kısırlığını biraz olsun aşma çabası olarak tarihsel sürecin ana hatlarına hem de yaşanan sürecin bugün neoliberalizm ile eklemlenmesi sonrası adanın kuzeyinde yaşananları kısaca toparlamaya çalışacağım

1974’ü Bugünden Değerlendirmek
Ada’da 50’li yıllarda başlayıp, 60’lı yıllarda kurulan ortak Cumhuriyetin çözülmesine kadar varan çatışmalar, 1974’e gelindiğinde Türkiye’nin adaya müdahalede bulunmasıyla son bulmuştu. Tarihi resmi kitaplardan ve en sade haliyle okumayı sevenler için, TC’nin adaya müdahalesi bir çeşit “ana”nın “yavru”sunu kurtarma girişimiydi. Ancak, dönemin uluslararası konjonktürüne ve ABD’nin o dönemki hegemonyasına baktığımızda, Kıbrıs gibi bir adaya TC gibi bir devletin yalnız başına karar alıp müdahale etmesi, müdahalenin de ötesinde orada bir cumhuriyet kurup askerlerini konuşlandırması pek olası değil gibi görünüyor. Keza 20 Temmuz’dan 5 gün önce, Yunanistan’da olan darbeyi de belli bir çerçeve içerisinde düşündüğümüzde, ortada birbirini öldürmeye çalışan iki halktan daha karmaşık bir ilişkinin olduğunu görebiliriz.

1974 müdahalesini kendi toplumsal varoluşlarınında garantisi olarak gören Kıbrıslı Türk liderliği, tıpkı kendi selefleri gibi varlıklarının garantisi olarak gördükleri adaya gelen “güçle” işbirliği konusunda sıkıntı yaşamadılar. Öyle ki bir dönem adada ingiliz idaresinin devamını savunanlar, daha sonraki süreçte “Türk ulusuna iltihak etmeyi” ve daha sonra da “Taksim” adı altında kısmi bir iltihakı savunmuşlardır.

1974 sonrası oluşturulan yapıda, üretmeden tüketme TC tarafından teşvik edilmiş (müdahale sonrası adanın kuzeyinde kalan fabrikaların Türkiye’ye taşınmasını içerecek şekilde), buna bağlı olarak da TC’ye biat eden bir siyasi yapı oluşmuştur. Sonuç olarak, kimi zaman “asalak” nitelemesi ile aşağılanan güçsüz ve dışa bağımlı bir toplum yapısı Kıbrıs’ın kuzeyinde tesis edilmiştir.

Annan Planı: Kurtuluş mu yoksa?
AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte Kıbrıs’ta “çözüm” yanlısı bir politikayı benimsemesi, Kıbrıs’ta yıllardan beri devam eden siyasi ortamı ciddi şekilde sallamıştır. 1974 sonrası SSCB çizgisini benimseyen, ancak SSCB yıkıldıktan sonra ideolojik bir boşluk yaşayan CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi), tam da bu dönemde yüzünü hem AB üyeliğine hem de AKP’ye dönmüştür. Annan Planı dönemi yaşanan toplumsal devinim aslında üç önemli unsurun birbirine denk gelmiş olmasının eseridir: Türkiye’de iktidara gelen AKP’nin o dönem ortaya koyduğu politik çizgi, CTP’nin bu çizgiye uygun bir politik hattı benimsemesi, ve Kıbrıslı Türklerin içinde bulundukları durumdan kurtulma isteği. Kısa vadede ortaya çıkan bu üçlü denk geliş, doğal olarak çok uzun bir siyasi hareketi beraberinde getirmemiştir.

Ve süreç sonrası yaşanan hayal kırıklığı bugün Kıbrıslı Türkler arasında hala hissedilmekte. Annan Planı’nı halkının önüne kurtuluş planı olarak sunan revizyonist solun adadaki temsilcisi CTP, bugün muhalefette olmasına karşın Kıbrıslı Türklerin güvenini tekrardan kazanacak toparlanmayı sağlayamadı. Ve siyasi yelpazede daha da liberal bir çizgiye kayarak, düzen siyasetinin içerisinde yerini almaya devam ediyor. Fakat, artık gözle görünen bir gerçek var ki, o da AKP’nin çıraklık döneminde izlediği politik hattan çok farklı bir çizgiye kaymış olmasıdır. Annan Planı’nı Kıbrıslı Türk halkının önüne kurtuluş olarak sunmak, yıllardan beri birilerine biat etmeye alışmış bir topluma, biat edecek başka bir adres göstermenin ötesine gidememiştir. Bugün bunun ötesine geçecek bir muhalefetin örülmesi Kıbrıs’ın kuzeyi için elzem görünmektedir.

Peki Bugün Adada Ne Oluyor?
Her ne kadar tanınmayan bir devlet olsa da, KKTC’de de son dönemlerin en belirgin özelliği neoliberal politikaların yıkıcı etkisi. Türkiye’de 80 ler ile başlayan süreç Kıbrıs’ın kuzeyine çok sonraları gelmiş olsa da, bugün ağırlığını ve yıkıcılığını her geçen gün Kıbrıslı Türk halkının yüzüne vuruyor. Tek tek özelleştirilen devlet kurumları, ve Ankara ile imzalanan yıkım paketleri, Kıbrıslı Türkleri yıllardır pek alışık olmadıkları “geçim sıkıntısı” derdiyle başbaşa bırakmakta. AKP’nin Türkiye’de ortaya koyduğu pratiğin yansımaları ekonomik alanın dışında, sosyal ve kültürel alanda da hissedilmekte. Kuran kurslarından, inşasına başlanan külliye ve camilere kadar bir çok alanda Kıbrıslı Türklerin yaşayış tarzını hiçe sayarak adımlar atılmakta. Kıbrıs’ın kuzeyi son yıllarda hiç görmediği sıklıkta farklı iş kollarından emekçilerin grevleri ile yatıp kalkmakta. Bugüne kadar bilinçli olarak yaratılmış olan nispi refah düzeninin sonuna gelindiğinin artık adada yaşayan herkes farkında. Bu yazı yazılırken, UBP hükümeti Ankara’da yeni bir ekonomik paketi imzaladığını açıkladı. Paket tüm kamu kuruluşlarının özelleştirileceğine işaret ediyor. Bundan sonraki süreçte ne olur sorusunun cevabı ise, aslında Kıbrıslı Türk halkının nasıl bir mücadele perspektifini önüne koyacağı sorusunda gizli. Her geçen gün yokoluşu biraz daha hisseden bir halk olarak Kıbrıslı Türk halkı ile Türkiye halklarının devrimci kesimleri arasında kurulacak ilişkilerin önemi de yatsınmamalı ve bu ilişkiyi ileri götürecek adımlar atılmalıdır.  

Ateş Sarıca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder