İkinci Cumhuriyet’in Dışişleri Bakanı: Ahmet Davutoğlu



Yeni-Osmanlıcılığın günümüz dünyasında geçerli pratik ön koşulunun ABD’ye yaslanmak olduğunu saptamamız gerek. Türkiye Davutoğlu döneminde zaman zaman diklenip zaman zaman boyun eğerek ama yine kelimenin geniş anlamıyla büyük birader ABD’ye yaslanarak çeşitli denemelerde bulunuyor.


Türkiye’de önemli bakanlıklar vardır. Bunlar arasında mutlaka Dışişleri Bakanlığı sayılmalıdır. Günümüzde, dünyanın bir bütün olarak işlediği, içişleriyle dışişlerinin birbirinden ayrılmaz hale geldiği bir ortamda bu bakanlığın yetki ve gücü daha da genişlemiştir.

“Hattı diplomasi yoktur, sathı diplomasi vardır, o satıh bütün dünyadır.” Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı web sitesinde sağ üst köşede bu yazı okunuyor. Site Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kişisel web sayfası şeklinde düzenlenmiş. Davutoğlu siyasette çok da uzun olmayan bir geçmişe sahip bir akademisyen. Mustafa Kemal’den bir alıntıya nazire yaparak bunu bakanlığın web sitesinde başköşeye yerleştirme ve AKP ile açılan yeni sayfayı kişisel öyküsüyle birleştirmeye cüret edişin öyküsünü özetlemeye çalışalım.

Davutoğlu’nun “Katkısı”
2002’den bu yana süren AKP iktidarı aynı zamanda Davutoğlu’nun yükselişine de sahne oldu. Boğaziçili akademisyen Davutoğlu AKP’nin ilk iktidar döneminde Büyükelçi sıfatıyla Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık danışmanı, ikinci döneminde Büyükelçi ve Birim Yöneticisi sıfatlarıyla Başbakanlık Başdanışmanı olarak görev yaptı. 2009 yılından itibaren AKP hükümetinin Dışişleri Bakanlığı görevini sürdürüyor. Hükümet siyaseti üzerinde kesin olarak etkili bir şahıs olarak hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hem de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün güvendiği ve “hocam” diye hitap ettikleri Prof.Dr.Ahmet Davutoğlu yeni rejimin dışişleri siyasetini, bu siyaseti oluşturan kavramları ve tarihsel arka planı oluştururken, ana izleğini aslında daha önceki dönemlerin tortuları olan “gerçekçilik” ve “faydacılık” belirledi. Ama burada önemli kırılmalar ve değişimler ortaya çıktığını, dışişlerinde yalnızca yeni ve farklı bir kadrolaşmanın değil, aynı zamanda yeni ve farklı bir hareket çerçevesinin de ortaya çıktığını vurgulamamız gerekli.

Farklılık Davutoğlu tarafından Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu  kitabında (Küre yayınları, 2004, 19. baskı) ortaya kondu. Bu çalışmada uluslararası ilişkiler ve dış siyaset açısından Osmanlı-Türk mirası bir bütün olarak ve sürekliliği içinde ele alındı. Davutoğlu katkısını ülkenin geleceğine alternatif bakış açıları getirecek bir stratejik analiz çerçevesi oluşturmak olarak ortaya koydu. Stratejik Derinlik’te Türkiye ve çevresinde yer alan jeo-stratejik bölge Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal çıkarları açısından, Türkiye’nin stratejik derinliğini açıklayacak şekilde yeniden tanımlanmaktaydı. Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye’nin bölgede hareket imkânlarını genişlettiği, cumhuriyetin kuruluşundan sonraki uzun yıllar boyunca izlenen dış siyasetin kısıtlayıcı yönlerinden kurtulmak gerektiği vurgulandı. Türkiye bu anlamda engellerden ve misak-ı milli sınırları içinde kalmaktan kurtulmalı ve gücünü bölgesel düzeyde ortaya koyacak proaktif bir dış siyaset izlemeliydi. Bu yaklaşımda bir tür imparatorlukçu yayılmacılık düşüncesinin izlerini görmek mümkündür: “Türkiye artık Balkanlarda mutlak terkin sembolü haline gelmiş olan göçler politikasının yerini alacak alternatif ara politikalar üretmek zorundadır. Bu ara politikaların temelinde Balkanlardaki Osmanlı-islâm kültürünün canlı tutulmasının yer alması kaçınılmazdır.” (s.54-55) Bu yayılmacılık tavrı sadece Balkanlara değil, Ortadoğu’da yer alan komşu ülkelere ve dünyanın etki alanına alınmak istenen farklı coğrafyalarına da uzandı.

Bu yaklaşım AKP iktidarı boyunca vurgulanan yeni Osmanlıcı siyasetle de örtüşmekteydi. Osmanlı’nın geniş topraklar üzerinde sağlamış olduğu egemenliği ulus devletin sınırları içine hapsetme girişimi olarak değerlendirilen Cumhuriyet deneyimi aşılmalı, Türkiye kendi potansiyelini uluslararası dinamizmin potasında bir güç parametresi haline dönüştürebilmeli, bölgede ve dünya siyasetinde aktif bir konum üstlenmeliydi.

Böylece AKP döneminde ve Davutoğlu başkanlığında Türk dış siyaseti farklı bir rotaya girdi, geleneksel “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi terk edilerek etkin ve aktif bir dış siyaset izlenmeye başlandı. Bu siyaset hattının aslında yine eski ve geleneksel “ulusal çıkarları en çoklaştırma” yaklaşımına sahip olduğu söylenebilir. Ancak eski yaklaşımdan farklı olarak sınırların ötesine taşan ve risk alan bir müdahalecilik ve girişimcilik bu dönemde öne çıktı.
Yeni Osmanlıcılık bu çerçevede Türkiye’nin ulusal çıkarlarının büyük güç olmaktan geçtiğini, bunun olanaklarının ise Osmanlı’ya benzer genişlikte bir etki alanı oluşturması ile mümkün olduğunu ileri sürüyor. Güç yaklaşımını benimseyen bu konumun Türkiye ve dünya siyaseti açısından mantıksal uzanımı olarak böyle bir dönüşümün günümüz dünyasında geçerli pratik ön koşulunun ABD’ye yaslanmak olduğunu saptamamız gerek. Türkiye Davutoğlu döneminde zaman zaman diklenip zaman zaman boyun eğerek ama yine kelimenin geniş anlamıyla büyük birader ABD’ye yaslanarak çeşitli denemelerde bulunuyor. Aslında yeni Osmanlıcılık Türkiye’yi yeni muhafazakarlık, liberalizm, küreselleşme eğilimleri ile uyumlulaştırmayı hedefleyen ve etki alanı geniş bir açılım. Esas olarak da Türkiye’ye Amerikan merkezli küreselleşme sürecinde, Amerika ile uyumlu bir misyon tarif etmeyi öngörüyor.

Sıfır Sorun’dan Cüretkar Dış Politikaya
Davutoğlu çalışmasında “Türkiye’yi 20.yüzyılın konjonktürel şartları içinde ortaya çıkan sıradan ulus-devletlerden ayıran tarihi miras farkının içe kapanmayı olanaksız hale getirdiği”nden söz ediyor (s.556). Bu nedenle Türkiye’nin Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’ya sırtını dönemeyeceğini ileri sürüyor. “Soğuk Savaş fiilen bitmiş olmakla birlikte Soğuk Savaş sonrası dönemin uluslararası dengelerini ve hukukunu belirleyecek olan nihai düzenlemeler ve anlaşmalar halen yapılmamıştır. Bu açıdan ele alındığında Soğuk Savaş’ı bitiren ateşkesler yapılmış, ancak yeni güç dengelerini yansıtan nihai düzenlemeleri de kapsayan geniş ölçekli bir yeni dünya düzeni oluşturulamamıştır.” (s.559) Türkiye’ye böyle bir boşlukta misyon biçiliyor.
Bu misyon elbette günümüzde farklı gelişmeler çerçevesinde yeni biçimler alıyor. Komşu ülke Suriye’de bir rejim değişikliğini öngörecek müdahalelerde bulunmak, sınırların içi ile dışını belirsizleştirecek şekilde askeri müdahalelerin hem öznesi ve hem de nesnesi olma konumunu göze almak gerekiyor. Bir yandan da komşu İran’ın bir “savaş nedeni” olarak gördüğü patriot füzelerini sınırlara yerleştirmek ve yenilgi durumunda artık görevde kalmamayı bile göze alacak bir atılganlık sergilemek yeni dönemin siyaset çerçevesinin genişliğini ortaya koyuyor.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, komşularla sıfır sorun diyerek ve akademik değerlendirmeleriyle iktidara yükselen Ahmet Davutoğlu gelinen noktada Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın iktidarda kalması olasılığını değerlendirirken, "Esad kalacak olsa bile elini sıkmaktansa istifa etmeyi tercih ederim" diyor (15 Aralık 2012, Star Gazetesi). Bu kadar net ve kararlı. Tarihte iktidara bir projeyle gelip o projenin başarısıyla kendi varoluşunu özdeşleştirme örnekleri daha önce de görüldü. Davutoğlu ve arkadaşlarının cüretli ve bir o kadar da saldırgan projeleri onları nereye kadar taşıyacak, tamamıyla bir mücadele konusu, yaşayıp göreceğiz.


E. Zeynep Güler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder