Güvencesizliğin ve belirsizliğin arttığı, dayanışma ağlarının çözüldüğü, daha yalnız yaşanan ve gözden çıkarılma tehdidinin sürekli ensede hissedildiği bir Türkiye’de en iyisi bu haz verici gücün parçası olmaktır. Bu anlamda Osmanlı saltanatı, saltanat imgesi ve fantezisi bir tek egemenlerin değil ezilen toplumsal kesimlerin de bilinçdışı ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Bir ülkenin egemenleri siyasi söylemlerinde demokrasiyi ne kadar çok anıyorsa o ülkede en temel haklar o kadar çok gasp ediliyordur. İktidar sahipleri özgürlüğü ne kadar çok parlatıyorsa esaret o kadar çok yayılıyordur. Ekonomik büyüme ne kadar çok övülüyorsa eşitsizlik o kadar çok artıyordur. İktidardakiler adaleti tesis ettiklerinden ne kadar çok bahsediyorsa, hukuk o kadar çok çiğneniyordur. Ve geçmiş ne kadar çok yüceltiliyorsa bugün o kadar çok kaybediliyordur.
Bir
süredir geçmiş bombardımanı altında yaşıyoruz: Tarih, kurmaca
diziler üzerinden tartışılıyor ve yazılıyor; ecdat gerçekliğe sığmayacak ölçüde
şişiriliyor; övgüler düzülen saltanatın tuğraları her yere takılabilen
aksesuarlara dönüşüyor.
Anlaşılan o
ki siyasetin gündeminde kendisine merkezi bir yer bulan geçmiş toplumsal
hayatta da bir yerlere dokunuyor. Politik bir hedef olduğu kadar ideolojik bir
seslenme olan Osmanlı, günümüze dair sıkıntıların ve arayışların bir alameti
olarak düşünce dünyalarını meşgul ediyor.
Aslında
Osmanlı’nın egemen ideolojide ve sağ siyasette geçmişten bu yana önemli bir
yeri var. Özal’ın Türki Cumhuriyetler hayallerinde, Türkeş’in milliyetçi ve
muhafazakar tasavvurunda, Demirel’in yaslandığı devletlu gelenekte açık ya da
örtük bir Osmanlı göndermesi bulmak mümkün. Hatta Türkiye’de bu göndermeye
yaslanmayan bir sağ siyasetin var olamayacağı da söylenebilir.
Egemen söylemin
Osmanlısı yüceltilmiş bir imgedir ve Osmanlı’nın tarihsel özelliklerden sadece
bazılarını içerir. Bu imgede temel olarak güç ile ilişkili göndermeler yer
alır: Fetihler, üç kıtaya yayılan topraklar, düşmanı inleten kudret, tuvaleti
bile bilmeyen Avrupa’ya götürülen medeniyet gibi. Osmanlı’ya ait diğer tarihsel
özellikler ise yadsınır. Önlenemeyen çöküş, hasta adamlık, kaderinin paylaşım
masalarında belirlenmesi, tebaanın homurtuları gibi gücün tutarlılığını bozan
özellikler itikadından şaşan devlet adamlarının hatası ve dış mihrakların oyunu
olarak görülür.
Güçlü Osmanlı
imgesi, egemen sınıfın endişe ve korkularını yatıştırıcı bir işlev görür.
Emperyalist çekişmelerin getirdiği belirsizliklerden, ulusal ayaklanmalardan,
sınıf mücadelesinin önlenemeyen varlığından ibaret gerçek karşısında güçlü
Osmanlı sığınılacak güçlü bir fantezidir. Dışarıdaki (sürekli yatıştırılması
gereken aç gözlü ağabeyler) ve içerideki (Ermeniler, Kürtler, Yahudiler
komünistler vb.) tekinsizliklere karşı yatıştırıcı etkisi vardır. Bu nedenle
cumhuriyetin siyasi ve toplumsal değişimlerine rağmen egemen ideolojide kısa
sürede kendisine merkezi bir alan açılır.
Osmanlı’nın Muhteşem Dönüşü
Günümüzde ise
bu imgenin egemen ideolojideki konumunda ve anlamında bir değişim söz konusu. Siyasette
nasıl yeni bir Osmanlıcılık mümkünse ideolojide de Osmanlı imgesinin yeni
yönleriyle karşı karşıyayız. Osmanlı artık sadece iç ve dış tehditler,
güçsüzlük ve güvende olmama için sığınılan bir fanteziden ibaret değil. Egemen
sınıfın Osmanlı imgesi, yüzyıllardır dinmeyen tehditlerin atlatıldığını tescil
etmek üzere yeniden biçimlenmektedir.
Ancak Osmanlı
imgesinin bir tek egemen sınıfın tedirginliklerini yatıştırdığını düşünmek
yetersiz kalır ve farklı toplumsal kesimlerde karşıladığı bilinçdışı ihtiyaçların
atlanmasına neden olur. Geçmişin bugünü hangi güncel ihtiyaçlar
üzerinden etkilediğini anlayabilmek için diğer toplumsal kesimlere de bakmak
gerekiyor. Keza gündelik hayatta (tuğralı tablolardan amblemli fotoğraf ve
dövmelere) ve kültürde (televizyon dizilerinden romanlara) geçmişin
ısrarla yer almasının bazı toplumsal anlamları da olmalı.
Yüce Osmanlı
imgesi, geniş toplumsal kesimlerin üretim ilişkilerinin tarihsel ve güncel
hallerinden kaynaklanan incinmişlikleri de onarmaktadır. İdeolojik bir fantezi
olarak bu şanlı ve kudretli geçmiş, toplumsal bilinçdışında biriken kayıplara
karşı güçlü ve koruyucu bir kendilik nesnesi işlevi görmektedir. Savaşlardan,
göçlerden, katliamlardan, itilmelerden, hor görülmelerden oluşan bir geçmiş
yadsınmakta ve yerini koruyucu, kollayıcı, kudretli bir geçmiş almaktadır.
Burada,
sadece geçmişi onaran, geçmişe dair endişeleri yatıştıran bir süreç de
işlemiyor. Osmanlı imgesi aynı zamanda güncel etkileri ile de işbaşında.
Türkiye’de sınıfsal konumlarda hızlı bir değişim yaşanıyor. Kırsalda yaşayanlar
mülksüzleşirken kentlerde yaşayanlar da bin bir çabayla elde ettikleri
vasıflarının kıymetsizleşmesini izliyorlar.
Osmanlı
imgesinin toplumsal kesimlerde seslendiği güncel yer, üretim sürecinde ortaya
çıkarak tüm topluma yayılan değersizleşmenin, kıymetsizleşmenin, belirsizliğin
kendisidir. Bu güçlü imge hem tarihsel yaralardan (şanlı ve yüce geçmişin
kaybı) hem de güncel dertlerden (hızlı vasıfsızlaşma ve toplumsal konumun
sürekli olarak erime tehdidi altında olması) köken alan örselenmelerin en
azından ertelenmesini sağlamaktadır.
Osmanlı
imgesinde beliren yeni yönler ise bu avunmayı sıkıca sarıp sarmalıyor. Keza
yeni Osmanlı, gücünü tescil etmek için mazlumlara yardım etmeyi, zalimlerin
korkusu olmayı, gerektiğinde acı çeken kardeşlerin imdadına koşmayı
içermektedir. Gücün kendini test ettiği bu tescil işlemleri, geniş toplumsal
kesimlerde yardıma muhtaç Öteki’nin üzerinden haz almayı da
sağlamaktadır. Yardıma muhtaç Öteki, güçlü Osmanlı’nın ve farklı toplumsal
kesimlerin tarihsel ve güncel tehlikelerden yırttıklarının onaylanmasıdır.
Zaten
güvencesizliğin ve belirsizliğin arttığı, dayanışma ağlarının çözüldüğü, daha
yalnız yaşanan ve gözden çıkarılma tehdidinin sürekli ensede hissedildiği bir
Türkiye’de en iyisi bu haz verici gücün parçası olmaktır. Bu anlamda Osmanlı
saltanatı, saltanat imgesi ve fantezisi bir tek egemenlerin değil ezilen
toplumsal kesimlerin de bilinçdışı ihtiyaçlarını karşılamaktadır.
Egemenler için gücün kendini tesis etmesi anlamına gelen bu tescil süreci Türkiye için belaların kapısını da aralamaktadır. Egemenler ve toplumun önemli bir kesimi çeşitli nedenlerle güvenemedikleri bir dünyada kendilerini güç bela Osmanlı fantezisine atmış olsalar da ecdatları gibi aynı hataya düşmekten de kurtulamıyorlar: Kapitalizm denen tek dişi kalmış canavar dur durak bilmez ve ilkinde trajedi denebilecek hata ikincisinde mutlaka güldürü olur.
Egemenler için gücün kendini tesis etmesi anlamına gelen bu tescil süreci Türkiye için belaların kapısını da aralamaktadır. Egemenler ve toplumun önemli bir kesimi çeşitli nedenlerle güvenemedikleri bir dünyada kendilerini güç bela Osmanlı fantezisine atmış olsalar da ecdatları gibi aynı hataya düşmekten de kurtulamıyorlar: Kapitalizm denen tek dişi kalmış canavar dur durak bilmez ve ilkinde trajedi denebilecek hata ikincisinde mutlaka güldürü olur.
Tolga Binbay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder