Bizim Hrant Dink


Hrant Dink toplumunun kaderini Anadolu halklarının kaderiyle ortaklaştırmış, halkların aracısız ve hesapsız diyalogundan başka bir çözüme bel bağlamamış bir Türkiye Ermenisi idi. Bu yüzden solcuydu ve hep solcu kaldı.

Aylar önce yerel bir haber sitesinde “Ermeni asıllı bir Türk vatandaşının geçen yıl Müslümanlığı kabul etmesinin ardından esnafın yardımıyla dünya evine girdiği” haberini görmüştüm. Yoksul ve yalnız bir Ermeni’nin milliyetçi muhafazakâr bir şehirdeki tuhaf öyküsünü içim daralarak okuduğumu hatırlıyorum. Çocuk işçilikten, Ermenilerin ürkekçe ve “himaye” altında yaşamasına; asimilasyondan, taşranın insan hayatının her zerresine müdahale eden boğucu hâkimiyetine kadar, bildiğimiz gerçekleri insanın yüzüne vuruyordu üç-dört paragraflık haber. Ermeni vatandaşın çocukluğundan itibaren sanayide yanında çalıştığını belirten nikâh şahidi ve patronu onu şöyle anlatıyordu: "Herkesten korkar. Eline bir dilim ekmek versen çekinir. Kimseye yaklaşamaz. Fakat biz bunu zamanla yanımıza alıştırdık. Karnını doyurduk. Bize alıştıktan sonra artık biz bu arkadaşımıza sahip çıktık." Sonra onu İslam dinine yönlendirdiklerini anlatıyor ve "Sağolsun kendisi hiçbir isteğimizi kırmadı. İslam dinini seçti, Müslüman oldu. Küçüklüğünden beri yardımcı olduk bizim himayemizde bulunuyor.” diyordu. “Esnaf, Ermeni Asıllı Demeden Sahip Çıktı” alt başlığıyla anlatılan hikâye mutlu sonla bitiyordu; esnaf, belediye başkanının da yardımıyla Ermeni vatandaşı ev sahibi yapmakla kalmamış, onu evlendirmeye karar vermiş, birini bulmuş, ailenin onayını almış, evlilik masraflarına da ortak olmuştu.

Bunu okuyan ben, yine sorumlusu olmadığım bir şeylerden utanıyordum. Hayatını tüm halkların barış ve refah içinde yaşamasına adamış Hrant Dink’in “Türklüğe hakaret ettiği” öne sürülen bir mahkeme kararıyla çektiği acıdan, sonra bir İstanbul kaldırımında, sonra bir katilin karakol fotoğrafında, sonra bir grup savcı, hâkim ve polisin yükselişinde, sonra bir Dışişleri Bakanlığı savunmasında, sonra bir gazetecinin hapisliğinde yeniden ve yeniden öldürülmesinden utandığım gibi… Şimdi bir de memleketlim olan yoksul bir Ermeni’nin belki farkında bile olmadığı gönüllü köleliğinden utanıyor, insanların “asıl”larından ötürü katmerli bir yoksulluğa ve kulluğa maruz kalmadıkları, öldürülmedikleri bir ülke hayal ediyordum.

Hrant Dink’in siyasi mirası
Etyen Mahçupyan, Hrant Dink’in önce solcu, sonra milliyetçi, son olarak demokrat olduğunu iddia etse de, Dink’in Malatya’dan İstanbul Gedikpaşa yetimhanesine, TİKKO’dan Agos genel yayın yönetmenliğine uzanan yaşam öyküsünü ve onun kendi yazılarını okuyan birinin ortadaki tutarlılığı görmemesi mümkün değil. Hrant Dink toplumunun kaderini Anadolu halklarının kaderiyle ortaklaştırmış, halkların aracısız ve hesapsız diyalogundan başka bir çözüme bel bağlamamış bir Türkiye Ermenisi idi. Bu yüzden solcuydu ve hep solcu kaldı.

1970’lerde sosyalist hareketin içinde yer alan Dink 1996’da haftalık Türkçe-Ermenice Agos gazetesini çıkarmaya başladı. Öldürülmesine kadar geçen 10 yıllık sürede Türkiyeli Ermenilerin dilini, edebiyatını, tarihini yaşatmak ve geliştirmek, el konulan vakıf mülkleri gibi konularda azınlık haklarını savunmak, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi için mücadele etmek işlevlerini yüklenirken, bunlarla da sınırlı kalmayarak Türkiye’nin diğer sosyal sorunları konusunda fikir ve çabaların bir parçası oldu. Seçimlerde ve diğer faaliyetlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni destekledi.

Kimlik ve demokrasi mücadelesinin dünya çapında sola damga vurduğu ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin ivme kazandığı bu on yılda zamanın ruhu Dink’i de etkiledi. Özellikle 2003-2005 arası dönem Avrupalılaşma ve demokratikleşme beklentisi ve coşkusunun zirvede olduğu yıllardı. Bu çerçevede Dink Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak bir faktör olarak gördüğü AB sürecine destek verdi. Bununla birlikte onun çizgisini liberal ve muhafazakârlardan ayıran önemli unsurları ihmal etmemek gerekir. Örneğin Türk-Ermeni ilişkilerinde normalleşmeyi üçüncü ülkelerin parlamentolarının soykırımı tanımasında değil, Türkiye’nin demokratikleşmesinde ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesinde araması onu farklılaştırıyordu. “Daha ne kadar, bu geçmiş dramımızın, helikopter ihalelerinde, seçim arenalarında veya üçüncü ulusların çıkar hesaplarında sermaye yapılmasına izin vereceğiz?” diye soruyor, “Geleceğimi, geçmişimin içinde boğmaya çabalayan emperyalizmin alçak hakemliğini kabul etmiyorum artık. … Benim tek isteğim, canım Türkiyeli arkadaşlarımla, ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek” diyordu.

Dini bir cemaat olarak Ermeni toplumu fikrini sorgulaması, patrikliğin sivilleşmesi ve şeffaflaşmasını savunması da onun sol kimliğini yansıtan ve patriklikle gerilimli ilişkiler içine sokan bir tutum olarak göze çarpmaktadır. Hrant Dink asimilasyon politikaları karşısında en köklü ve örgütlü yapı olarak kilisenin insanların dağılmasını önlediği ve kimliği ayakta tuttuğu fikrini kabul etmekle beraber bu tarihsel işlevi güncel koşullar altında sorgulamaktan kaçınmıyordu. Ermeni toplumunun devletle temaslarının Patrik üzerinden yürütülmesinin anti-laik niteliğini, dini önderliğin din dışı konularda da belirleyici olma arzusunu eleştiri konusu yapmakta, kilise ile okulun ayrılmasını savunmaktaydı. Benzer biçimde, Ermeni diasporasının Türklerle birlikte yaşamaya devam ettiği için onu “esir” olarak gören, ilişki ve diyalogu reddeden kesimleriyle de ciddi sorunlar yaşadı.

19 Ocak 2007’den önce ne olmuştu?
Hrant Dink’in hedef haline gelişi, Agos gazetesinde Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu yönünde bir haberin yayımlandığı 2004 yılına uzanır. Genelkurmay’ın sert yanıt bildirisi, basında çıkan saldırgan yazılar ve Dink’in vali yardımcısının önünde iki istihbaratçı tarafından tehdit edilmesi gibi olayları, ülkücülerin Agos önünde yaptığı ve ilginç bir biçimde neredeyse bütün medyanın görmezden geldiği “Bir gece ansızın gelebiliriz” eylemi izledi. Aynı dönemlerde Hrant Dink Agos’ta Ermeni kimliğinin inşasını inceleyen ve bu kimlikte değişiklikler öneren bir yazı dizisi hazırladı. Yazı dizisinde yer alan bir ifadesi bağlamından hukuka ve akla aykırı bir şekilde koparılarak “Türklüğe hakaret” olarak lanse edildi. Nisan 2004’te Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi uyarınca “Türklüğe hakaret” suçundan yargılanmaya başladı. Oysa diasporalı Ermenilerin yaşadığı kimlik tahribatını, soykırımın tanınması beklentisinin Türk’ü Ermeni kimliğinde belirleyici bir yere koyduğunu ve patolojik bir durum yarattığını ortaya koyan yazı dizisi Ermenilerin kimlik sorunlarının çözümü için Türkiye’nin ya da diğer ülkelerin dahil olmadığı yeni bir perspektif geliştirilmesi ve Ermenistan-diaspora ilişkilerine dair birtakım açılımların gerçekleştirilmesi hakkında öneriler içeriyordu. Dava sürerken Dink bir yandan adliye koridorlarında Kemal Kerinçsiz ve arkadaşlarının saldırılarına uğruyor, diğer yandan tehditler alıyordu. Lehinde açık bilirkişi raporlarına rağmen mahkeme 7 Ekim 2005’te 6 ay hapsine karar verdi ve karar Yargıtay tarafından da onandı. Tehditler ise 19 Ocak 2007 günü gerçeğe dönüşecekti.

2007’den sonra
2005-2006 dönemi AB sürecinin durakladığı, 301. maddeden yargılamaların yoğunlaştığı ve AKP’nin değişimci potansiyeli konusundaki coşkunun sönümlenmeye başladığı bir dönem olmuştu. Ancak resmi Türk tezini tartışmaya açan Ermeni konferansının engellenmesi ve düzenleyicilerinin dönemin Adalet Bakanı tarafından “vatanı arkadan hançerleyenler” olarak ilan edilmesi gibi durumlar, özellikle liberal entelektüellerce, AKP’nin henüz gerçek anlamda iktidar olamaması ve ordunun ve derin güçlerin baskılarına boyun eğmek zorunda kalmasıyla açıklanıyordu. Hrant Dink cinayetini izleyen 4 yıllık dönemde ise, Ergenekon davasının da etkisiyle, derin güçlerin panzehiri olarak sunulan liberal-muhafazakâr ittifak güçlendi. Milliyetçilik ile İslamcılık’ın on yıllardır iç içe ve aynı kaynaklardan beslenerek gelişmiş olduğu göz ardı edildi, milliyetçilik ve İslamcılık arasında tercih sıralaması yapılmaya başlandı. Fakat AKP’nin tam iktidarının gerçekten demokratikleşme getireceği beklentisinin gerçekleşmediği 2011-2012 yıllarında görüldü. Dink cinayeti bir dönem yeni rejimin inşası sürecine payanda yapılmaya çalışıldıysa da bu cinayetin beklenen, göz yumulan ve halen üstü örtülen bir olay olduğu artık herkesçe biliniyor.

Tıpkı diğer siyasi cinayetler gibi 19 Ocak 2007 de yalnızca o günden, o olaydan, o kişilerden ibaret değil. Faille araya “cinayet kimin işine yaradı” dolayımı koymaya da hiç gerek yok. Hiçbir düzen ideolojisi diğerinden masum değil. Binlerce yıl beraber yaşamış halkları birbirine düşüren, Ermenileri ölüme ve kimliksizleştirilmeye sürgün eden, Türkleri milliyetçiliğe ve muhafazakârlığa mahkûm eden kapitalist sistemin bütünüdür Hrant Dink cinayetinin faili. Eline oyuncak silah verilen bir bebekten, kızları hor görmesi teşvik edilen bir çocuğa, Türk-İslam merkezli tarih, coğrafya, edebiyat malumatının içinde çevresindeki karmaşık ve renkli toplumsal gerçekliği kavrayamaz ve sevemez hale gelmiş bir ergenden, ağabeylerinin arkalarındaki devleti gösterip cesaretlendirdikleri milliyetçi bir korkağa dönüşen birinin suretinde…
Ama biz de hala buradayız Ahparig*...


İlkim Özdikmenli



*Ermenice’de “ağabey”.



Kaynaklar:
Tubâ Çandar, Hrant, Everest Yayınları, İstanbul, 2010.
Hrant Dink, Bu Köşedeki Adam, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009.
Hrant Dink, İki Yakın Halk İki Uzak Komşu, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder