“Birleşik Kıbrıs” Hala Mümkün Mü?




Kıbrıs’ta işler hiç de iç açıcı görünmüyor. Adanın bölünmüşlüğü gün geçtikçe daha da kalıcı hale gelirken, bu bölünmüşlüğü aşacak herhangi bir hareketlenmeye dair pek bir umut da görünmüyor ufukta.Yaklaşık elli yıldır sürmekte olan “toplumlararası görüşmeler” monoton ve sıkıcı bir ritüele dönüştü; Kıbrıs’ın fiziki bölünmüşlüğü yollar, elektrik şebekesi, su, kanalizasyon ve yerleşim planlaması anlamında giderek kalıcı hale geliyor; bundan da öte iki halkın zihninde bölünmüşlük artık normal bir olgu.

Her iki halk arasında da şöven ve milliyetçi siyasetler yükselişte; her iki halk da birbirine güvenmiyor ve geçmişe ilişkin birbirini suçlamaya devam ediyor. Kısacası Kıbrıs’ta bölünmüşlüğü aşmak, sadece hukuki bir prosedürden ibaret değil.Kıbrıs yalnızca coğrafi olarak değil, adada bulunan iki halkın yeniden kardeşleşmesi anlamında da tekrar birleşmeli, birleştirilmeli. Bunun da “iki liderin imzası ile” gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.

Kıbrıs’ın Güneyi ve AKEL
Kıbrıs’ın güneyinde, yani Kıbrıslı Elen halkının kontrolü altında gibi görünen bölümünde AB emperyalizmi at koşturuyor. Troyka AB’ye girişten beri uygulanan neo-liberal politikaları yetersiz bularak yeni bir önlemler paketi için çalışmalarına başladı bile. Havayollarında, haberleşmede, enerjide, sağlık ve eğitimde yeni bir özelleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma saldırısı gözle görünür hale geldi. Şimdi Kıbrıslı Elen halkı, bu saldırı dalgasını göğüslemek için gerekli bir siyasal önderliğin eksikliğini çok daha acı hissedecek.

AKEL yıllarca soyut bir barış söylemi altında büyük halk şövenizmini, biçimsel bir komünizm ritüeli altında neo-liberalizmi ve Türkiye/ABD’ye karşı sözde anti-emperyalizm kisvesi altında AB’ciliği siyasal nirengi noktası haline getirdi. Troyka tarafından uygulattırılacak olan neo-liberal politikalara ise sözde ve lafta karşı çıkmak mümkün değil. Bıçak kemiğe dayandığı zaman, bu yolun AKEL ile yürünemeyeceği net bir şekilde ortaya çıkacak. Peki AB kurumları ile içli dışlı bir hale gelmiş ve neo-liberalizme ideolojik olarak angaje olmuş AKEL Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi mücadelesini hangi temelden ve kime karşı yürütecek? Yoksa, neo-liberal politikalar karşısında siyasal önderlikten yoksun kalan Kıbrıslı Elen halkı, yeniden birleşme noktasında da kaosa mı sürüklenecek?

Kıbrıs’ın Kuzeyi ve Siyasi Boşluk
Kıbrıs’ın kuzeyinde, yani Türkiye’nin kontrolü altında gibi görünen bölümünde ise ABD emperyalizmi tartışmasız bir hegemonya kurmuş durumda. Güneye AB aracılığı ile ulaşan neo-liberalizm, kuzeye Türkiye aracılığı ile ulaşıyor. Diyebiliriz ki, Türkiye Kuzey Kıbrıs’ın IMF’si. Özelleştirme, kuralsızlaştırma, doğanın talanı, sendikasızlaştırma politikaları uzun süreden beridir Türkiye’den dayatılan paketler aracılığı ile ve işbirlikçi hükümetler eli ile uygulanıyor. Bunlar arasında sadece sağ/şöven işbirlikçiler değil, CTP gibi “sol” ve barışçı olanları da var. CTP’nin son hükümet döneminde özelleştirmeden, emeklilik yaşının arttırılmasına, sağlıktan eğitime kadar uyguladığı politikalar halkın gözünde kuşkulu hale gelmesine neden olmuş durumda. CTP’nin sol/barışçı kampın siyasal önderliğini yitirmesi ile oluşan boşluk ise henüz doldurulabilmiş değil.

Kısacası Kıbrıs’ın her iki yakasında da gündemde olan konu “barış” değil, neo-liberal politikalar. Kıbrıs’ın her iki yakasında da prestijini kaybetmiş “sol”/barışçı yapılar var. Ve kuzeyde daha görünür olmakla birlikte Kıbrıs’ın her iki yakasında da siyasal önderlik krizi mevcut. Her iki halk içerisinde şövenizm yükselişte ve karşılıklı güvensizlik mevcut. Kıbrıs’ın kuzeyinde, tüm bunlara ek olarak; Türkiye’den taşınan nüfus aracılığı ile değişen demografik yapı, sol siyasetler içerisinde bile ırkçılığa varacak bir göçmen düşmanlığının zeminini örüyor.

Birleşik Kıbrıs Hala Mümkün mü?
Kıbrıs’ın ve Kıbrıslıların birleşmesi; ada içerisinden ve emekçi sınıflar gözünden bakıldığı zaman yalnızca bir istek, yalnızca bir arzu, yalnızca bir olanak değil, açıkça bir zorunluluktur. Kıbrıs halklarının, bağımsız, özgür, eşit, mutlu bir hayat için Kıbrıs’ın birleşmesinden başka şansları yoktur. Barış ve birleşme, Kıbrıslılar için sadece “iyi bir fikir” değil, aynı zamanda “maddi bir zorunluluk”tur. Kıbrıs, iki halkı barındıracak kadar büyük, ancak ayrı ayrı barındıramayacak kadar küçük bir coğrafyadır. Kıbrıs, stratejik önemi nedeniyle her dönem emperyalizmin hedefinde olacak olan bir coğrafyadır. Ve Kıbrıs halklarının ayrı ayrı herhangi birisi emperyalizm karşısında diklenebilecek askeri, ekonomik veya demografik imkanlara sahip değildir.

Kıbrıs sorunu özünde Kıbrıs halklarının söz, yetki, karar, iktidar sorundur. Kıbrıs’ta Kıbrıs halkları dışında neredeyse herkesin sözü geçmektedir. Oysa Kıbrıs sorununu yaratan etmenler üç düzeyde değerlendirilmeli; Emperyalizm düzeyi, taşeron devletler düzeyi ve yerli işbirlikçiler düzeyi. 

Kıbrıs sorunu, emperyalizm düzeyinde bir stratejik sömürgenin elde tutulması ve değerli taşeronların birbirine düşmemesi  sorundur. Aynı sorunu taşeronlar temelinde incelediğimizde iki eski imparatorluğun mirasçısı iki taşeron devletin yayılmacı arzularını göreceğiz. Ve son olarak yerli işbirlikçiler Kıbrıslı Elen burjuvazisi ve Kıbrıslı Türk Egemen Blok’u açısından ise anavatanlarla bütünleşmeden karşı unsura üstün gelmeye, milliyetçi hamasetten iç pazara hakim olmaya kadar uzanan bir çıkarlar yelpazesini karşımızda bulacağız. Her üç düzey, birbirini etkilemekte, şekillendirmekte ve yönlendirmektedir. Bu üç düzeyin birbirleri ile diyalektik ilişkileri söz konusudur ve aralarında salt bir dikey ilişki değil karşılıklı etkileşim ve devingenlik vardır.

Bugün bağımsız, birleşik ve halkları kardeş bir Kıbrıs’a geçmişte olduğundan daha yakın değilsek, bunun nedenini dışarda değil kendi içimizde aramalıyız. Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen solu, son otuz sekiz yılı yasalcı bir mücadele anlayışı ile heba etti. Uluslararası hukuk hayranlığını emekçi kesimlere aşılamak için harcanan çaba, emekçilerin ortak mücadelesi için harcansaydı elbette bugün başka bir yerde olurduk. Birleşmiş Milletler kararları, iki toplum temsilcilerinin görüşmeleri, seçimler, AB muktesebatı, Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki “haklarımız” gibi soyut meselelerle oyalanan bir mücadele anlayışının da bugünkünden daha farklı sonuçlar vermesi beklenemezdi.

Nasıl Bir Mücadele?
Bugün Kıbrıs’ta iki halkın varlığının (beğensek de beğenmesek de) gerçek olduğunu kabul etmeden herhangi bir mücadele yürütmek mümkün değildir. Kıbrıs’ta iki halk vardır ve bu halkların kardeşleşmesi; yazılı metinler, anlaşmalar, nutuklar aracılığı ile değil, somut mücadele, dayanışma ve kader birlikteliği aracılığı ile gerçekleşecektir.

Kıbrıslı Elen halkı, kendi siyasal önderliği altında AB ve Yunanistan ile hesaplaşmalıdır. Kıbrıslı Elen siyasal önderliğinin mütemadiyen 1974’e gönderme yapan ve Türkiye’nin adadaki varlığını eleştiren bir dilde ısrar etmesi, Kıbrıslı Türkler arasında şövenizmi arttırmaktan başka bir sonuç vermez. Kaldı ki, Kıbrıs’ta Türkiye’nin varlığı ile hesaplaşması gereken de Kıbrıslı Türklerdir. Çünkü Kıbrıslı Türk solunun 1963-1970 arası süreci gündeme getirip Yunanistan ve EOKA’yı eleştirdiği bir karşı atmosferin de farklı bir noktaya varmayacağı aşikardır. Kıbrıslı Türk solunun Türkiye üzerinden ABD, Kıbrıslı Elen solunun ise Yunanistan ve AB karşısında yürüteceği mücadele hem taşeronların hem de emperyalistlerin hedefe alınmasına, üstelik halkların da birbirlerine çelme atmamasına hizmet edecektir. Üstelik bağımsız, birleşik bir Kıbrıs hedefine doğru ilerlemek için gerekli güven ortamını ancak Türkiye ile hesaplaşan Kıbrıslı Türkler ve Yunanistan ile hesaplaşan Kıbrıslı Elenler yaratabilir. Ve bu mücadele yalnızca anti-emperyalist bir mücadele değil; Troyka’nın ve TC’den gelen paketlerin neo-liberal içeriği düşünüldüğünde anti-kapitalist bir mücadeledir de.

Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde, Türkiye’den göç ederek adaya yerleşmiş göçmen kitleler ile buluşmak, aşağıdan bir mücadele örebilmek için kaçınılmazdır. Göçmenlere yönelik ırkçı, dışlayıcı ve yukardan bakış; elitist, yasalcı ve bürokratik yaklaşımın doğal sonucuydu. Yeni bir siyasal önderlik, aşağıdan bir mücadele ve militan bir anlayış ise; göçmen kitlelerin fiili varlığı olmaksızın hayat bulamaz, yetersiz kalmaktan kurtulamaz.

Yasalcılıktan kurtuluşun bir diğer boyutu ise, Kıbrıs Cumhuriyeti ile hesaplaşmaktan geçer. Böyle bir hesaplaşma, güneyde Kıbrıslı Türkleri dışlayan şövenist bakışa karşı, kuzeyde ise halkın yaşadığı haklı tedirginliğe yönelik cevap niteliğinde olacaktır. Bugün çözüm, Kıbrıslı Elenlerin kontrolündeki büyük halk şövenizmi ile damgalı ve emperyalist mayınlarla döşeli Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşten değil, halkların mücadelesi ile Kıbrıs’ı yeniden kurmaktan geçmektedir. Seçimlere girmeyi de dışlamayan ancak geçmişin parlamentarist hatalarından özenle sakınan yeni bir devrimci stratejinin örülmesi, bu stratejinin her iki halkın siyasal önderliklerini bir cephe çatısı altında birleştiren taktiklerle şekillendirilmesi ve tabandan yürütülecek mücadelelerle ilerletilmesi mümkündür; bu da yeni bir Kıbrıs’ın, birleşik bir Kıbrıs’ın, bağımsız bir Kıbrıs’ın tek şansıdır.

Bağımsız, birleşik, halkları kardeş bir Kıbrıs mücadelesinin en önemli kilometre taşı ise Kıbrıs’ta halkların demokratik iradesinin federatif bir çatı altında örgütlenmesi ile hayat bulacaktır. Gereği yerine getirildiği takdirde bu mümkündür.

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti
Munur.rahvancioglu@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder