Bir sağlık yağması örneği: Samanlı

Öyle ya da böyle halk düşmanı her uygulamayı iktidar zorla gerçekleştirebilir, onlar tarihsel sorumluluklarını yerine getiriyor. Peki ya bizler ne yapacağız? 

Sağlık endüstrisini, sağlık araştırmalarından hizmet sunumuna kadar farklı sermaye birikimi süreçlerinden oluşan bir zincir olarak düşünülebiliriz. David Harvey’in kullandığı “gasp yoluyla sermaye birikimi” ifadesinde tanımladığı gibi; o güne dek var olmuş işbirliği, örgütlenme, kimlik ve yaratım biçimleri, zor kullanılarak özel sermaye alanlarına dönüştürülecek, böylece içerdikleri değer de hortumlanabilecek veya yeni bir biçimde sömürülebilecekti. 


Bilen bilir, Samanlı bölgesi Bursa’nın zamanla kent içinde kalmış bir mera alanıdır. Ne olduysa 2006 yılında yaşamı tüccar zihniyetinden okuyan AKP’li siyasetçiler bölgenin mera vasfını kaldırdı. Kent siyasetinde sol aklın eksikliği işte böyle zamanlarda hissediliyor. Bursa’da genel olarak işin varacağı hattı göremeyen, görse de en fazla “sivil toplum örgütü” refleksiyle davranan bir “sol” siyaset hakim olageldi. Merinos yıkılırken altında hayır arayan, Cargill’in hak bilmezliklerini sansürleyen, Doğanbey TOKİ vurgununa seyirci kalıp, otoyol projesi ile tarım sömürüsünü avuçlarını ovuşturarak karşılayan özürlü bir “sol bakıştır” sözünü ettiğimiz. 

Haklarını teslim edelim. Bursa’nın şehir plancıları, ziraat mühendisleri ve tabipleri, Samanlı bölgesinin rant alanı hale getirilmek istendiğini ilk fark edenlerdi. Başta rekreasyon (günübirlik yaşam alanı) olarak belirlenen yer, iki yıl sonra 2008’de Büyükşehir Belediyesi’nce sağlık tesisi alanı ilan edilmişti. Yaşananlar “gözler önünde tarım arazisi nasıl yok edilir”in tipik örneğidir aslında ve bir yönüyle egemenlerin halka Kassandra lanetinde olduğu gibi gerçeği inandırma çabasıdır. Bu durum aynı zamanda mevzuatın sadece kağıt üzerinde kaldığını ve istenildiğinde rahatlıkla değiştirilebilir olduğunu da kanıtlar. AKP iktidarı, yeri gelirse kâğıt üzerindeki yasalara bile uymaz. Hoş, şehir plancıları yer seçiminin tarım arazisi olmasına itiraz ediyor, ancak sağlık kampüslerinin “sağlık fabrikaları” yaratacağına pek de değinmiyordu. Biliriz ki şehri planlamak, mekânın eylem alanı olarak planlanmasından geçer. Tespit edelim; sermaye bütünlüklü saldırıyorken, oda ve sendikaların bohçanın yamalarıyla uğraşmaları mücadele enerjisini eksiltmekten başka bir işe yaramıyor. 

Samanlı Sağlık Kampüsü alanında onay alan plana göre “Entegre sağlık kampüsü eğitim araştırma hastanesi, devlet hastanesi, özel dal hastanesi, gün hastanesi, sağlık ocağı, klinik otel, rehabilitasyon merkezi, kanser araştırma merkezi, aşı eğitim merkezi, aşı üretim merkezi, aşı araştırma geliştirme merkezi, ana çocuk sağlığı ve aile plânlaması merkezi, toplum sağlığı merkezi, organ ve doku bankası, bölgesel kan merkezi, kan ürünleri üretim tesisi, ağız ve diş sağlığı merkezi, tüm kara-hava ve deniz teçhizatları dâhil olmak üzere 112 acil servis komuta kontrol merkeziyle destek birimleri dâhil ilgili tesislerin her türlü bölümleri ve bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla, Bakanlığın yapmak ve yaptırmakla yükümlü olduğu ek binalar dâhil, sağlıkla ilgili diğer tüm tesisler yapılabilir” denmektedir. Bu kadar yüklü bir hizmet ve alan tarifi olabilir mi? Sosyalizmde olsa buna benzer kurguyu takdir edebilirdik. Sağlık hizmet sunumu için kabul edilemez piyasacı bir zemin üzerinde kurulan bu yapı ise tam bir ucubeyi tanımlıyor. Ne de olsa ortada sağlıktaki üretim ilişkilerini kökten değiştirebilecek bir uygulama var. Dolaylı yoldan hastalık üreten kapitalizm, bu yapılar için olmazsa olmaz varoluş kaynağıdır. Biliriz ki patronlar milyar dolarlık yatırımları, yatırdıklarının çok üzerinde gelir getirmesi karşılığında yaparlar. Bu da sağlık fabrikalarına dönüşmüş kampüslere girecek hastaların çokluğuyla mümkün olabilir. Sağlık kampüsleri, hammadesi ülkemizde bol olan “hastalar” üzerine kurulu bir işletmedir. Bunu bantlar üzerinde giden hastalarla yapmayacaklar ama üretim süreçleri bundan çok da farksız işlemeyecek. Üstüne üstlük, çıkartılan personel rejimleri, tüm sağlıkçıları birer birer sağlık fabrikalarının taşeron işçileri olmasını sağlamışken... 

Kamu-özel ortaklığı (KÖO) ülkemizde son yılların gündemi olsa da, dünyaya bakıldığında Sovyetlerin çöküşünün hemen sonrasına denk gelen tarihselliğe sahiptir. KÖO, 1990’larda Avrupa’da ortaya çıkan ve amacı kamunun hizmetler üzerindeki otoritesini kırmak olan bir projedir. Örneğin, buna göre bir kamu okulunda patlayan bir lambanın değiştirilebilmesi için okulun kendisinin yapabileceği fazla bir şey yoktur. Kamu en fazla taşeronlar üzerinden bir ampülün değiştirilmesini sağlayacak ortaklıklar kurabilir. Avrupa KÖO’yu gerekçelendirirken kamu sektörünü maliyet etkin hale getirdiğini iddia etmiştir. Ancak gerçekler hiç de öyle olduğunu göstermiyor. Mesela İskoçya’nın Edinburg şehrinde özel sektörün bir hastane inşa edebileceği parayla iki hastane rahatlıkla inşa edilebilirdi. Biliyoruz ki özelde üretilen mal ve hizmetler maliyetinin üzerine "kâr" ilave edilerek satılır. Yalnızca bu temel özellik bile kamunun özelden hizmet satın almasının, kendi ölçütleri üzerinden ifade edersek, verimli olamayacağının kanıtıdır. Kamu, özelden hizmet satın aldığı sürece açıkça zarara uğratılmaktadır. 

Kamu-özel ortaklığının bir diğer önemli özelliği yeni iş olanakları yaratmasıdır. Bir hastanenin içinde kuaförlük hizmeti rahatlıkla olabilir veya arabanızı park etmek için vale hizmeti de pekâlâ verilebilir. Başındaki CEO’nun yaratıcılığına kalmış. KÖO projelerinin hepsinde ortak yöntem, TOKİ kanalıyla bulunan araziye yapılacak hastanenin müteahhitlik hizmetini özel sektöre vermek, hastanenin işletilmesini Sağlık Bakanlığı’na bırakmak şeklindedir. Özel sektörün iştahını kabartan tarafı kafe, otopark, yemekhane, otelcilik, alışveriş merkezi, süpermarket gibi sağlık dışı alanların işletmesini 49 yıllığına almalarıdır. Kaldı ki şirketlerin bu hizmet ve alanları başka taşeronlara vermelerinin de önü açıktır. 



Samanlı ile ilgili gelinen süreçte biraz da İstanbul’da yaşanan sel felaketinin etkisiyle olacak, AKP’li belediye, planlarda değişikliğe gitmek zorunda kaldı. Çünkü görüldü ki Samanlı ciddi bir taşkın alanı. Ancak sağlık kampüsü kurma kararında geri adım atılmış değil, adeta fitili ateşlenmiş bomba şehrin üzerinde bırakılacağı yeri beklemekte. Öyle ya da böyle halk düşmanı her uygulamayı iktidar zorla gerçekleştirebilir, onlar tarihsel sorumluluklarını yerine getiriyor. Peki ya bizler ne yapacağız? Bir toplumda kişilerin sağlıklı olabilmek adına nasıl yaşamaları, neler yapmaları gerektiğini daha önemlisi niçin hasta olduklarını kavramaları kazanılması mutlak bir mücadelenin ürünü olarak karşımızda dururken…


Eylem Yentürk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder