Kıbrıs’ın güneyindeki Lefkoşa Üniversitesi’nde hukuk ve sosyoloji profesörü olan Nicos Trimikliniotis uzun yıllardır adada hem ırkçılık, yurttaşlık, eğitim, göç ve bütünleşme gibi konularda araştırma yapıyor hem de siyasetle uğraşıyor. Geçtiğimiz aylarda adadaki diğer bir akademisyen olan siyaset bilimci Dr. Umut Bozkurt ile derledikleri ve Palgrave Yayınevi’nden çıkan “Beyond a Divided Cyprus” (Bölünmüş Bir Kıbrıs’ın Ötesinde) isimli kitapları Kıbrıs meselesine soldan bakan araştırmacıları ve akademisyenlerin çeşitli konulardaki yazılarını bir araya getiren kapsamlı bir çalışma. Güneyli bir sosyalist akademisyen olarak Nicos ile Kıbrıs’ın bu duruma nasıl geldiğini, eşit ve birleşik bir Kıbrıs’ın halen mümkün olup olmadığını konuştuk.
![]() |
Umut Bozkurt ve Nikos Trimikliniotis |
İlk
olarak sizi ve Umut Bozkurt'u yeni çıkan kitabınız dolayısıyla tebrik ediyoruz.
Kitabınızın hemen başında Gramsci'den bir alıntı göze çarpıyor “Kriz eskinin
öldüğü ve yeninin doğamadığı gerçeğinde yatar; bu geçiş döneminde pek çok
hastalıklı belirti gözükür” diyor Gramsci. Sizce, bugün Kıbrıs'taki durumu bu
kelimelerle betimlemek ne kadar mümkün? Gerçekten de “Kıbrıs'ta eski ölüyor,
yeni doğamıyor” mu?
Kitabın
yazarları olarak biz, “eskinin” gerçekten
de “ölmekte olduğunu” düşünüyoruz. Ama henüz görünmeyen “yeninin” ortaya çıkabileceği
konusunda da iyimseriz. Doğru; “hastalıklı belirtileri” üreten süreçlere tanık oluyoruz
ama bunlarda “yeninin” doğmasına yönelik bir potansiyel de görüyoruz. Her kriz,
beraberinde sefalet ve acı getirir, zira krizler belirsizlik ve kalkışma dönemleridir.
Ama tarihte gördüğümüz gibi, 'yeni' bu krizlerin içerisinden doğar. Bizim
derdimiz bu “yeniye” mümkün olduğunca ilerici, demokrat bir nitelik
kazandırmak; uğrunda mücadele etmeye ve yaşamaya değer bir “yeni” yaratabilmek. Bu
kitapta yazanların çoğu; akademisyenleri, aydınları, aktivistleri, sanatçıları
ve işçileri, Kıbrıs'ın birleşmesi için çalışmak amacıyla bir araya getiren
farklı inisiyatiflerde etkin faaliyet yürütüyor..
Hızla
değişen küresel siyasi/iktisadi değişikliklere rağmen Kıbrıs'ta 35 yıldan uzun
süredir çözülemeyen veya çıkmaza giren durumun sürmesini nasıl açıklıyorsunuz?
Dünyadaki
değişikliklere rağmen Kıbrıs sorununun on yıllardır çözülemediği doğru. En
azından açıklamalar seviyesinde 'resmi' taraflar da dahil herkes için açık olan
bir şey var: Kıbrıs'ın halen fiilen bölünmüş durumda olması bu zamanın
koşullarına aykırıdır ve sürdürülemez. Ancak ülke hala bölünmüş durumda: Bir
yanda 2004'te Annan planının başarısız oldu; daha yakın zamanda, solun
liderleri Dimitris Hristofyas ile Mehmet Ali Talat'ı 2010'de müzakere masasına
getiren Annan sonrası inisiyatif ise hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Bugün artık
Annan planı konjonktüründen eser kalmadı. Halbuki aslında Kıbrıslı Rum ve
Kıbrıslı Türk solunun kendi toplumlarının liderliklerini üstlenerek gelecekteki
bir federal cumhuriyette gücün nasıl paylaşılacağı konusunda uzlaşabilecek bu
noktaya gelmeleri sorunun çözümü için en hayati noktayı temsil ediyordu.
İleriye dönük bu önemli adım, bu tarihi moment, maalesef askıya alındı ve
yapısal (Türkiye Annan sonrası dönemde çözümle daha az ilgilendi), öznel ve iç
faktörler yüzünden veya iki liderin tarihi bir çığır açmakta isteksiz olması
nedeniyle asla gerçekleşmedi.
Kıbrıs’ta
uzun yıllardır var olan sorunun salt etnik bir sorun olarak
nitelendirilebileceğini düşünüyor musunuz?
Hayır, sadece etnik bir sorun değil. Kıbrıs’a dair pek
çok bakış açısı geliştirilebilir. Her ne kadar ideolojik ve yöntemsel olarak
farklı görünümde olsalar da bu bakış açılarından biri diğerini tamamlar
nitelikte. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun hem “tikelliğini” hem de “garipliğini”
ya da bir yandan biricikliğini diğer yandan küresel karekterini tartışabiliriz.
Başından beri işaret ettiğimiz gibi Kıbrıs, çoğu zaman tembelce ya da beylik
biçimde tanımlandığı biçimiyle salt bir etnik sorun değil. Akademide ya da
basında üretilen kimi çalışmalar konuyu yalnızca tüm dünyayı “etnik” ya da
“ulusal” açıdan gören milliyetçiler üzerinden tartışıyor: Onlar için, Kıbrıs
sorunu milliyetçi bir kabus, genelde milletler arasında kazananı olmayan bir
oyun olarak gördükleri, “en güçlünün ayakta kalacağı, bitmek bilmez etno-ulusal
savaşların” anlatıldığı bir öykü. Bu tarih değil, kurgudur ve kendi yaşadıkları
çıkmaz sokak kabusunu yansıtmaktadır: Sözde “bizim” ve “onların ulusal
çıkarları.” Ancak hayat bundan daha karmaşık ve bambaşka bir dünyaya kapı
aralama potansiyeli olan diğer önemli toplumsal ve varoluş boyutları mevcut. Ancak,
bu etnik denilen mantığı daha geniş bir perspektif içine yerleştirmek temel bir
öneme sahip: Kıbrıs’taki sorun çelişkilerle dolu; zira, bizim Kıbrıs’taki
postkolonyal durum olarak adlandırdığımız durumun diyalektiğini
yansıtıyor. Biz, sınıf, ideoloji, siyaset, devlet ve emperyal faktörler gibi
sorunları Kıbrıs gibi anlaşmazlıkların anlaşılması için elzem görüyoruz.
Kıbrıs’ın hala “jeopolitik emperyalizm” diye
tanımlanan olgu için önemli olduğunu düşünüyor musun? Bu kavramın Kıbrıs’ın
küresel kapitalizm içindeki yerini açıklamak noktasında kullanışlı ve uygun bir
kavram olup olmadığı konusunda da görüşlerini alabilir miyiz?
Jeopolitik emperyalizm, Ortadoğu’daki ya da bu bölgeye
yakın ülkeler kadar Kıbrıs’taki durum konusunda söz söylemek için son derece
kullanışlı bir kavram. Ancak, bu kavrama dogmatik değil analitik biçimde
yaklaşmak gerekiyor. Adanın güney kıyısı açıklarında önemli miktarda
hidrokarbon rezervi olduğu keşfedildikten bu yana, jeopolitik kaygılar ciddi
anlamda değişiyor, özellikle mecvut iktisadi türbülans sürecindeki küresel
enerji meseleleri bağlamında. Bu noktada, ABD, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan
gibi “dış” güçlerin rolünü yeniden düşünmeliyiz. Kıbrıs üzerine ve ada
etrafındaki jeopolitik ilişkileri, onları farklı etkenler arasındaki etkileşimi
resmeden spesifik bir tarihsel bağlama yerleştirmek suretiyle incelemeliyiz.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney kıyılarındaki doğalgaz rezervlerinin yakın tarihte
keşfi meseleleri daha da karmaşıklaştırdı, ancak bahisleri kesin biçimde
arttıran bu keşif çelişkiden ziyade işbirliğini güçlendirecek olan bir faktör
olabilir ve olmalıdır! Elbette çözümün bir an evvel bulunması herkesin
çıkarınadır; zira, bu sayede doğalgaz ve büyük ihtimalle var olan petrol
rezervlerine dönük arama faaliyeti birlikte yapılabilecektir! Hidrokarbon
rezervlerinin bulunması, Kıbrıs sorunu ve jeopolitik emperyalizm hususunda yeni
bir düğüm atmaktadır. Bölgesel aktörlerin iknası ve bir noktada buluşturulma
çabaları, tehditler ve durumu baskılamak için yapılan hamleler ile Kıbrıs
sorununa dönük bir ilgi tazelenmesi oluştu. Masadaki bahisler yeniden oldukça
yüksek ve çelişkinin “dondurulması” anlamında bir “çözüm” artık geçerli
bir seçenek değil. Küresel hegemonyanın mimarı küresel, bölgesel ve bölgedeki
ulusal güçlerin rollerinin yeniden müzakere edildiği bir dönüşüm ve tutum
değiştirme süreci içindeyken, Kıbrıs konusundaki fay hatları, hudutlar ve
ihtilaf koşulları da dönüşmektedir.
Biraz
'eski' olandan bahsedelim. Sizce 1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ölü doğmuş
bir proje miydi? Başarısız olmasının en büyük nedeni neydi?
Bugün
şu çok açık ki Kıbrıs'ta çok az kişi 1960'larda bağımsızlığın önemini
anlamıştı. İki toplumun da siyasi eliti “Enosis” ve “Taksim” gibi eski milliyetçi projelere oynuyordu. Ayrıca, Kıbrıs
Cumhuriyeti'ni kuran anlaşmalar altında 'garantörlere' dönüşen sözde
'anavatanların' (Yunanistan ve Türkiye) ve eski sömürge iktidarının (İngiltere)
emperyalist oyunları ve müdahaleleri, emperyalist lider ABD'nin rolü yeni kurulan
cumhuriyeti istikrarsızlaştırdı. Bu başarısızlıktan ders almalıyız: Kıbrıslılar
ile sosyalistler, komünistler ve ilericiler olarak biz, bu durumu Türkiye ve
Yunanistan'daki dostlarımızla tartışarak gerekli dersleri çıkarmalıyız.
Mevcut
siyasi iklimin oluşumunda Kuzey'de ve Güney'de solun oynadığı tarihsel rolü
nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce mevcut tablo Kıbrıs solunun belli zaaflarıyla
da ilgili olabilir mi?
Kıbrıs'ta
solun rolünü anlamak için daha geriye gitmemiz gerek. Kıbrıs'ta komünizm
tarihsel olarak güçlü olmuştur ve sendikalar, etnik ayrılıkları aşan geniş bir
harekete zemin sunmuştur. Bunca yıldır ayrı yaşamalarına rağmen bugün her iki
taraftaki sendikacılar işbirliği yapabiliyor;
ortak emek mücadelelerinin mirası her zamanki kadar güçlü. Aslında
2003'te sınırdaki kontrol noktalarının açılmasından bu yana ileriye dönük en
önemli adımlardan biri, özellikle soldan farklı grupları bir araya getiren
inisiyatiflerin gelişmesi oldu. Bu, tarihi ileriye itmek için yeni gerçekliği
en iyi şekilde kullanma meselesi.
Sınıf
eksenli bir siyasetin etnik ayrımları silikleştirecek tarihsel rolünü
oynamasına maalesef izin verilmedi ya da en azından büyük oranda bu rol yapısal
nedenlerle yeterince yerine getirilmedi. Soğuk Savaş'ın rolünü, emperyalist
dolapları ve sola yönelik şiddeti de unutmamalı: TMT; birlikte etnik ayrımları
aşarak çalışan tüm komünistleri ve sendikacıları öldürmek için kanlı bir
kampanya yürüttü. Bunun en bilinen örneği Derviş Ali Kavazoğlu (AKEL merkez
komite üyesi) ve Kostas Mishaoulis'in (PEO üyesi sendikacı) zalimce
katledilmesiydi.
Kıbrıs'taki
bağımsızlık sonrası yönetimin birbirine zıt iki milliyetçi elit gruptan
oluştuğu belirtilmeli. Bunlar adayı birlikte yönetmek zorundaydılar. Pratikte,
EOKA destekçileri ve militanları yeni cumhuriyetin bakanları oldular.
Çekinmeden, ulu orta, sonuna kadar Enosis için süren mücadeleden bahsettiler.
1960'larda Kıbrıs’taki Sol bile, yani Kıbrıslı Türklerle bağları olan tek
siyasi örgüt olan AKEL bile, bir yandan Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin işbirliğinin
gerektiğini vurgularken diğer kendi kaderini belirleme hakkını, Enosis'i
savunuyordu. AKEL tecrit edilmişti,
siyasi etkisi etkin bir şekilde yalıtılmıştı ve Soğuk Savaş benzeri bir
anti-komünist takıntı, partiyi savunmacı bir strateji izlemek zorunda
bırakmıştı. Bu anlamda, Kıbrıs'taki siyasi yaşamı bir araştırmacının
(Kitromilides'in) tabiriyle iki toplum içinde ve arasında bir “hoşgörüsüzlük
diyalektiği” olarak tarif edebiliriz. Bu çıkmaz, Kıbrıslıların, dar ırkçı ve etnik-dini ve
dilsel-kültürel kimliklerinin/bilinçlerinin ötesinde, çatışmanın dışında bir
potansiyel alternatifi tartışmalarına imkan vermedi; bu alternatife hürmet
gösterilmedi.
Hem bir siyasi aktivist hem de akademik bir araştırmacı
olarak AKEL’i yakından tanıyorsunuz. Bugün ya da gelecekte AKEL’in Kıbrıs
sorununun nihai çözümü açısından hala hayati bir rol oynayabileceğini düşünüyor
musunuz?
Evet düşünüyorum.
AKEL, solun kitlesel partisi ve Kıbrıs toplumundaki ilerici güçlerle işçilerin
örgütüdür ve oynayacağı çok güçlü bir rol vardır. Sendikalarla güçlü bağlara
sahip olmayı sürdürmektedir ve ülkenin kuzey kesimindeki sol-kanat güçlerle de
ilişkilere sahiptir.
Geçmişten,
gelecekte bize yol gösterecek dersler çıkarmalıyız. Hem yeni kuşak
araştırmacılar hem de aktivistler, şu anki zor koşullar altında bile, yeni
engelleri göğüslemek için birbirlerinden ayrı değil, birlikte
örgütlenebilirler: Küresel kapitalist kriz ve neoliberal yapılanma, aşırı sağın
ve her türlü köktenciliğin yükselişi, yeni şiddet, belirsizlik ve güvensizlik
biçimleri önümüze yeni engeller çıkarıyor. Yeni fikirlerden, yeni örgütlenme ve
düşünme biçimlerinden ve yeni teknolojilerden yararlanmak ve geçmişimizden ders
çıkarmak zorundayız; üzerinde yükselebileceğimiz bir tarihsel emek mücadeleleri
mirasına sahibiz.
AKP
hükümetinin Kıbrıs sorunu ile ilgili tutarsız gibi görünen yaklaşımlarını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Tayyip Erdoğan’ın son zamanlardaki milliyetçi retoriği
Kıbrıs siyasetine nasıl yansıyor?
Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’a yönelik şu anki
politikasının tam olarak ne olduğunu deşifre etmek gerçekten bulmaca çözmek
gibi: Son müzakerelerde, kamuoyuna ya da Birleşmiş Milletler’e yönelik çeşitli
beyanlarına rağmen Ankara’nın politikasının pozitif olmadığını biliyoruz.
Özellikle Derviş Eroğlu’nun Kıbrıs-Türk lideri olarak 2010’da seçilmesinin
ardından, Talat’la üzerinde anlaşma sağlanmış olan noktalardan sapılmaması için
hiçbir gerçek çaba gösterilmedi. Eroğlu açıkça taksim ve iki devletli bir çözüm
istiyor. Erdoğan ise bugün bir çözümle ilgilenmiyormuş gibi gözüküyor ve
Eroğlu’nun oyalama taktiklerinden memnun olabilir; öyle gözüküyor ki, Arap
dünyasındaki çalkantılar sürdükçe, Ankara’nın bölgedeki nüfuzunu arttırmak gibi
başka dertleri olacak. “B planını” yani taksimi gündeme getirmeye çalıştığına
dair söylentiler var. Geçtiğimiz yıl boyunca dile getirilen ve çoğunlukla
Kıbrıslı-Türkleri aşağılayan milliyetçi ve dar kafalı söylemlerde olduğu gibi,
bu Kıbrıs’a ve tüm dünyaya negatif mesajlar iletmek anlamına gelir.
Kitabınız
“Bölünmüş Bir Kıbrıs’ın Ötesinde” başlığını taşıyor. Kıbrıslı bir sosyalist
entelektüel olarak sizce Kıbrıs’ta sosyalistler ne tür bir gelecek için
mücadele etmeli?
Bu konuda bir kere bir konuda tereddüte hiç mahal vermemeliyiz. O da
şu: Yeniden birleşmiş federal bir
cumhuriyet için çalışılmalı; bu en temel düşüncemiz. Bunda ısrar etmek
keşfedilen doğalgaz üzerindeki çekişmelerden doğması muhtemel her türlü ihtilaf
ve gerilimdeki artışı önlemenin de en iyi yoludur. Aynı zamanda daha
radikalleşmiş bir dünyada neoliberal kemer sıkma politikalarına karşı direniş
gündemlerini öne çıkarmalı ve Kıbrıs’ta ve bölgede sosyalist dönüşümün yolunu
döşemeliyiz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder