1968 yılında ODTÜ’de ABD Büyükelçisi Komer’in arabasının yakılmasında payı olan 68’in devrimci kuşağının üyelerinden Tuncay Çelen, “Denizlerden Terzi Fikri’ye Türkiye” isimli kitabıyla günümüz gençliğine 60'li ve 70'li yılların gençlik önderleri ve Türkiye tarihine etkileri konusunda çok değerli bilgiler veriyor. Çelen’in 1980’den önce yöneticilik yaptığı örgütler arasında ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu Dev-Genç, DİSK Devrimci Toprak-İş, Devrimci Tarım İşçileri Sendikası bulunuyor. 68’liler Birliği Vakfı ve 68’liler Dayanışma Derneği kurucu üyesi olan Çelen, halen TKP Parti Konseyi üyesi.
Tuncay Çelen ile “o yıllar
ve bu yılların gençliği” ve gençlik mücadelesi üzerine söyleştik.
Bizler sizi 68’in devrimci
kuşağının gençlerinden biri olarak tanıyoruz. “Denizlerden Terzi Fikri’ye
Türkiye” isimli kitabınızda günümüz gençliğine 68 döneminin gençlik önderleri
ve unutulmaz mücadeleleri ile ilgili çok değerli bilgiler veriyorsunuz. Türkiye
tarihinde gençlik mücadelesinde kopuş noktaları var mıydı?
Elbette vardı. Gençlik kişilerin ve toplumların en dinamik, en enerjik
dönemidir. Bireysel olarak gençler ve toplumsal olarak gençlik, içerisinde
yaşadıkları toplumun sosyo-ekonomik koşullarından etkilenirler. Yalnızca
etkilenmekle kalmaz, toplumun bütününü de etkilerler.
Türkiye “öğrenci gençliği” özellikle “yüksek öğrenim gençliği” İkinci Dünya
Savaşı’na kadar siyasi iktidarlarla çatışmamış, düzene karşı çıkmamış,
eleştirilerini düzen sınırları içinde tutmuştur. Kendisine “emanet edildiği”
söylenilen ”Cumhuriyet devrimlerinin” koruyuculuğunu üstlenmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’de dönemin egemen güçleri ve “milli
şef” İnönü de daha önce ilişki kurduğu, tarafında yer aldığı savaşı kaybeden
faşist Almanya yerine, sözümona demokrasi havariliğine soyunan ABD’nin başını
çektiği emparyalist kampa eklenlenmek istemiştir. Cumhuriyetin kurtuluş ve
kuruluş sürecinde Türkiye’yi destekleyen, yardım eden Sovyetler Birliği’ni
karşına almış, düşman ilan etmiştir.
1946 yılında Demokrat Parti kurulduğunda “komünistlere” karşı cadı avında ne
yazık ki düşünmeyen, sorgulamayan, yalnızca itaat eden “gençler” de kullanıldı.
1945’te Tan matbaasını basan gençlerin ellerinde Atatürk ve İnönü
resimleri ve arkalarında tek parti iktidarının desteği vardı. Artık
korunan “Cumhuriyet” değil, belki farkında bile olunmadan emperyalizmin ve
işbirlikçilerinin çıkarlarıydı.
Bu dönem “gençliği” de, iktidar partisi ve ana muhalafet partisi yandaşları
olarak örgütleniyor. Aynı “ülkücü” gençlik, iktidarın başları ezilecek
“komünistler” olarak hedef gösterdiği DTCF öğretim üyeleri Behice Boran, Pertev
Naili Boratav ve Niyazi Berkes’in “başlarını ezmek üzere” yeniden harekete
geçirildi. 1947’de DTCF’yi basarak rektörden fakültedeki “komünist” öğrenciler
ve öğretim üyelerini atılmasını talep ettiler. Evet, “Amerikan Demokrasisi”
Türkiye’de de perdelerini açıyordu.
Fakat DP döneminde ABD’ye yamanma, ekonomik istikrarı sağlamadı. İşsizlik
ve pahalılık hızla artıyordu. DP iktidarına karşı muhalefet yükselmeye başladı.
Bu dönemde “gençlik” de hareketlenmişti. Türkiye’de üniversitelerdeki ilk Fikir
Kulübü 1952 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde, “Fikir Hürriyeti”
ilkelerini savunmak amacıyla, kuruldu. Üniversite gençliği 1959’da CHP’nin
yayınladığı ve basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, sosyal adalet kavramının
anayasaya girmesi hedeflerini içeren “İlk Hedefler Beyannamesi”ni benimsedi. 1960
Nisanı’nda İstanbul’da Beyazıt meydanında gerçekleştirilen bir gösteride Turan
Emeksiz adlı üniversite öğrencisinin polis kurşunuyla öldürülmesi, 29 Nisan 1960’da
Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi önünde gösteri yapan öğrencilere ateş
açılması bardağı taşıran damlalar oldu.
1960’larda gençliğin ortak
bazı kültürel değerler geliştirmesinde rol oynayan süreçler nelerdi?
Tam da bu sorunuzun yanıtını karşılayacak bir noktaya gelmiştim. 27 Mayıs,
sonuçları açısından, Türkiye’deki dengeleri sarsmış, “sistem” karşıtlarının
önünü açmış, ülke sorunlarının tartışıldığı, çözümler üretilmeye çalışıldığı ve
siyasi iktidarı amaçlayan “sistem dışı” askeri, sivil örgütlenmelere hız
kazandırmıştır.
27 Mayıs 1960 darbesini izleyen dönemde hazırlanan 1961 Anayasası, dönemin
politik seyri üzerinde özgürleştirici etkiler yaratmıştır. 60’lı yıllara
gelinceye kadar illegal olarak örgütlenmek zorunda kalan ve etkinliği marjinal
düzeyi geçmeyen sol hareket, anayasanın demokratik yapısını kullanarak
kendi örgütlenmesine toplumsal yaygınlık kazandırdı.
68’in dünü ve bugününü anlayabilmek için, biraz gerilere gitmekte yarar
var. Her dönem kendi tarihi koşulları içerisinde değerlendirilmelidir. Bugün
yeni bir 68 dalgası bekleyemeyiz. Dün ise hemen hemen dünyanın her yerinde bir
devrim rüzgârı esmekte, bir 68 isyancı gençlik başkaldırısı gerçekleşmekteydi.
Neden? Nedir iki dönem arasındaki fark? 60’lı yıllarda olan neydi? Bugün
olmayan ne? Bence her iki sorunun yanıtı da, o yıllar güçlü bir sosyalist
akımın ve merkezin olması, bugün olmamasıdır. Sovyetler Birliği’nin dağılmış
olması, emperyalist sistemin tek başına dünyayı hegemonyası altına alması bugün
insanlığı felaketin eşiğine getirmiştir.
60’lı yılları anımsayınız. Ho Şi Min önderliğinde bir avuç Vietkong koca
Amerika’ya kafa tutuyor, dize getiriyor, SSCB’nin başarıları sürüyor.
Sosyalizmin prestiji yükselişte. Che Guevara Latin Amerika dağlarında devrim
örgütlüyor. Bizzat Amerikan gençliği, Amerika’nın pisliklerine karşı
ayaklanıyordu. Dünya 1968’ine damga vuran gelişmeler bunlardı. Ama Türkiye 68’i
de, Türkiye’nin devrimci gençlik hareketi de farklıdır. Türkiye’de ne devrimci
gençlik hareketinin, ne de sosyalist mücadelenin başlangıç tarihi değildir 68.
Yıllar önce başlamıştır. Öncesi vardır, sonu vardır. Amerikan emperyalizmine
karşı bir gençlik başkaldırısının da ötesine taşınmıştır.
Aydınlarda ve gençlerde sosyalizme büyük ilgi vardır. Türkiye İşçi Partisi
kurulmuş, 65 seçimlerinde 15 milletvekili ile parlamentoya girmiştir. Devrimci
İşçi Sendikaları Federasyonu, DİSK kurulmuştur. İşçiler hareketlenmiştir. Fikir
Kulüpleri Federasyonu adı altında kurulan ilerici gençlerin örgütü Türkiye
Devrimci Gençlik Federasyonu Dev-Genç adını almış ve kitleselleşmiştir.
Dünyanın en güçlü gençlik örgütlenmelerinden biri haline gelmiştir. Mücadelenin
salt gençlikle kazanılamayacağını anlayınca kırlara, yoksul köylülere giden,
onlarla beraber toprak işgallerine katılan bir gençlik örgütü. İncir, pamuk, çapa
işçilerinin mücadelesine katılan, üretici mitingleri, tarım işçileri mitingleri
düzenleyen Dev-Genç. İşçilerle birlik olmaya çalışan, fabrika işgallerine
katılan devrimci gençler.
Bizler, 68’liler, Deniz’ler, o zamanın devrimci gençleri, Amerikan
emperyalizmine de, onun işbirlikçilerine de, sömürü sistemine de karşı birlikte
mücadele ettik. Ülkenin bağımsızlığını savunduk, Türkiye topraklarında bulunan
ABD üslerine karşı çıktık. ABD savaş gemilerini ülkemiz limanlarına
demirlenmesine izin vermedik. 6. Filo erlerini denize döktük. CIA ajanı Komer’in
ülkemize ABD elçisi olarak atanmasını kabul edemedik. Türkiye’ye gelmemesi
için, kendisinin “istenmeyen adam” ilan edilmesi için etkinlikler düzenledik.
Buna rağmen “elçi” olarak kabul edilerek Türkiye’ye gelmesini, hele hele meydan
okur gibi ODTÜ’ye gelmesini hazmedemedik. Makam otosunun yakarak, ülkemizden
defolup gitmesini sağladık.
Türkiye devrimci gençlik hareketini, dünya 68 hareketinden ayıran özellik
de, acımasızca saldırıların nedeni de buydu. Türkiye devrimci gençlik hareketi,
yalnızca düzeni sorgulamakla kalmıyor, düzeni değiştirmenin yollarını arıyor,
fincancı katırlarını ürkütüyordu. Yoksa kampüslerde kendi aramızda yaptığımız
tartışmalar, işgaller, üniversitenin sorunlarına çözüm aramalarımız batıda
olduğu gibi “hoşgörü” ile karşılanabildi. Ama onlara göre biz çizmeyi
aşıyorduk. İşçilere, köylülere bir sınıf partisi önderliğinde örgütlenebildikleri
takdirde, emperyalist-kapitalist sistem
için tehlike yaratacak güçlere “kötü örnek” oluyorduk.
Acımasızca saldırdılar bizlere. Taylan Özgür’den başlayarak katletmeye
başladılar. Biz de kendimizi korumak için, meşru müdafaa için silahlanmak
zorunda kaldık. Bu zorunluluk dengeleri değiştirdi. Devrimci harekette
“lümpenleşme” eğilimi ortaya çıktı. Bu eğilim devrimci gençliği kendi
kitlesinden kopardı. Ne yazık ki o
dönemde TİP de devrimci gençliği kucaklayamadı. Gençliğin devrimci mücadelesini,
enerjisini sosyalizmin inşasında doğru kanallara taşıyamadı. Gençliği
sahiplenen devrimci bir sınıf partisinin olmaması nedeniyle 68 gençliği de, 78
gençliği de bir anlamda kendi göbeğini kesmek zorunda kaldı.
Bugün ODTÜ’de sol gençlik
tepkisi “çatışmacı” gösterilerek, bunun karşısında AKP gençliği “kardeşlik”
mesajları veriyor. Gazetemizin başyazarı Kemal Okuyan, Erdoğan’ın gençliğinin
genel olarak gençliği temsil edemediği söylüyor. Bunu muhafazakâr değerler ve
muhafazakâr bir üslûbun gençliğe hitap etmeyeceğiyle gerekçelendiriyor.
Geçmişten bu yana gençliğin gerici eğilimlerine dönük gözlemlerinizle siz bu
konuda ne düşünüyorsunuz?
Bugün iktidara oturtulanlar, ABD emperyalizminin “yeşil kuşak” teorisine
uygun olarak kuran kurslarında, imam hatiplerde, cemaat evlerinde “eğitilen”
İlim Yayma Cemiyetleri’nde, Komünizmle Mücadele Derneklerinde, MTTB’lerde
örgütlenen dünün “yeşil kuşağıdır”. AKP iktidarının öğrenci eylemlerine bu
denli tepki göstermesinin arkasında bu gerçek de yatmaktadır. Bunların
“gençliklerinde” olduğu gibi bugün de Türkiye’nin bağımsızlığını isteyen,
Amerikan emperyalizminin Ortadoğu halklarına karşı savaşına, patriyot
füzelerinin Türkiye’ye yerleştirilmesine, yabancı askerlerin Türkiye’ye
gelmesine karşı çıkan gençlere saldırmasından doğal bir şey olamaz. Çünkü kendi
çıkarları için, emperyalizmin ve egemen güçlerin çıkarlarına hizmet etmek
bunların genlerinde vardır. Sitayişle bahsettikleri, şiirlerini ağızlarından
düşürmedikleri “üstatları” Necip Fazıl’ın Menderes’e yazdığı, mektuplar ortaya
çıkmıştır. Bunlar böylesine bir insan müsfettesinin talebeleridir.
İşte şimdi 2. Cumhuriyet, kendi karşı devrimci, gerici, düzene itaatkar,
egemenlere biat eden, kendi deyimleriyle “kinci ve dinci” “neslini” yeniden
yaratmak için kolları sıvamıştır. 4+4+4 kesintili eğitim sistemi bunun bir
parçasıdır.
Doğrudur. Adı Ak kendi Kara Parti, kendi kinci, kindar, kara “gençliğini”
bugünün devrimci gençlerinin karşısına çıkarmak için bir hazırlık içindedir. Bunların
“kardeşlik”mesajları, ABD’nin “özgürlük” mesajları gibi sahtedir yalandır.
Kemal Okuyan haklıdır. Gençlik, özellikle üniversite gençliği doğası gereği
ilerici ve devrimci öze sahiptir. Henüz sistem ile çıkar ilişkilerine
girmemiştir. Üniversite bilim öğrenmek,
araştırmalar yapmak kendini geliştirmek yarınlara hazırlanmak için vardır.
Bilim, gerçekçidir ve gerçekleri araştırır. Üniversiteler, gençler, ilim
öğrensin, gerçeklere ulaşabilmenin metotlarını öğrensin diye, insanlığı
yarınlara taşıyacak bilimsel araştırmalar yapabilsin diye vardır. Gençler gerçek
devrimcidir.
Hiçbirimiz devrimci olarak doğmadık, çoğumuz “muhafazakar ailelerin” çocukları
olarak, ailemizin ve hakim ideolojinin olumsuz etkilerini üzerimizde taşıdık.
Kimimiz üniversiteye geldiğimizde de bu görüşlerimizi taşıdık. Ta ki geldiğimiz
bu yeni çevrede, yeni ilişkiler içinde gerçekleri görene kadar. Bugün bu
nedenle üniversiteler, üniversitelikten çıkarılarak, bilim değil, ticaret
öğretilen, ticaret yapılan şirketlere dönüştürülmek isteniyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder